EVRİM BİR YALAN






Allah'ın varlığına inanmayan insanların inandıkları bir fikir vardır. Bu fikre "evrim teorisi" denir. Evrim teorisine inanan kişilere de "evrimci" denir. 

Evrim Teorisini uyduran kişi ise günümüzden yaklaşık 150 yıl önce yaşamış olan Charles Darwin (Çarls Darvin)'dir. Darwin (yandaki resim), canlıları Allah'ın yarattığına inanmıyordu. Ona göre her şey tesadüfen ve kendi kendine meydana gelmişti.Tüm canlıların ise değişerek birbirlerine dönüştüklerini ve böyle meydana geldiklerini zannediyordu. Yani Darwin'e göre balıklar bir gün tesadüfen bir sürüngene dönüşmüşlerdi. Bir gün bir tesadüf daha olmuş ve bir sürüngen uçmaya başlamış böylece kuşlar oluşmuştu. Darwin'in uydurduğu yalana göre insanlar ise maymunlardan oluşmuştu. Yani ona göre sizin atanız bir maymundu. Gelin, Darwin'in ortaya attığı yalanın ne kadar saçma olduğunu daha iyi anlamak için arkadaki resimleri inceleyelim.


Evrimcilerin iddiaları karikatürlere bile konu olacak kadar komiktir.
Daha önce size anlattığımız gibi, canlı ve cansız maddeleri oluşturan en küçük parça atomlardır. Yani siz aslında milyonlarca atomun bir araya gelmesinden oluşuyorsunuz.
 

Dünya ilk meydana geldiğinde yeryüzünde tek bir canlı varlık bile yoktu. Sadece bazı cansız maddeler bulunmaktaydı. Evrimciler, yani Darwin'e inananlar bir gün bu atomlardan bazılarının tesadüfen karar alıp bir araya geldiğini söylüyorlar. Yani dünya oluştuktan sonra bir gün şiddetli bir rüzgar veya bir kasırga çıktı ve bu atomlar yanyana gelip birleştiler. Sonra bu birleşen atomlara ne mi oldu?

Darwin'in yalanına göre bu atomlar birleşerek hücreleri oluşturdular. Biliyorsunuz ki her canlı hücrelerden oluşur. Hücreler bir araya gelerek bizim gözlerimizi, kulaklarımızı, kanımızı, kalbimizi kısacası bütün vücudumuzu oluştururlar. Ve hücreler çok karmaşıklardır. Bu kadar karmaşık bir şeyin atomların tesadüfen yanyana gelmeleriyle oluşması ise imkansızdır.

Üretim merkezleri, ulaşım araçları, depo görevlileri ve daha birçok elemanı ile hücre tıpkı gelişmiş bir fabrikaya benzer. Bu fabrikada birçok faaliyet yer alır. Hücre elemanlarının kimi bir mühendis, kimi bir kimyager, kimi bir ustabaşı gibi çalışır. Ancak şunu sakın unutmayın: Hücre, gözle bile göremediğimiz kadar küçük bir yapıdır. 

Bir hücrenin içinde yüzlerce farklı küçük organ vardır. Hücreyi çok büyük bir fabrikaya benzetebiliriz. Yan sayfadaki resme de dikkat ederseniz hücre bir fabrika gibi gösterilmiştir. Malzeme üretenler, üretilen malzemeleri taşıyan araçlar, giriş ve çıkış kapıları, üretim merkezleri, mesaj getirip götürenler, enerji merkezleri… Peki bir fabrikanın taşların, toprağın, suyun tesadüfler sonucunda, örneğin çıkan bir fırtınadan sonra, kendi kendine meydana gelmesi mümkün müdür? Tabi ki hayır. Herkes böyle bir şeye güler. Bu çok komik bir iddia olur. Ama işte evrimciler "hücre tesadüfen oluştu" diyerek en az bu kadar saçma bir şey söylemiş olurlar.

Evrimcilerin iddia ettiğine göre bu hücreler tesadüfen bir araya gelerek canlıları oluşturmuşlardır. 


Öyle ise Evrimcilere bir Darwin Deneyi Yaptıralım!

Evrimciler büyük bir varil alsınlar. Bu varilin içine istedikleri bütün atomları koysunlar. Bundan başka varilin içine ne koymak istiyorlarsa eklesinler. Bir canlının oluşması için gereken bütün malzemeleri doldursunlar. Sonra da bu varili isterlerse ısıtsınlar, isterlerse elektrik versinler. Ne istiyorlarsa yapmaları serbest olsun. Milyarlarca yıl da varilin başında nöbet tutsunlar. (Ömürleri yetmeyeceği için daha genç evrimcilere nöbeti devredebilirler).

Bunun sonucunda ne olur?

Sizce bu varilin içinden kuzular, menekşeler, kirazlar, tavşanlar, arılar, karpuzlar, kediler, köpekler, sincaplar, güller, erikler, çilekler, balıklar, filler, zürafalar, aslanlar çıkar mı? Bu varilin içinden sizin gibi düşünen, sevinen, heyecanlanan, müzik duyunca hoşuna giden, kitap okuyabilen bir insan çıkabilir mi?

Elbette çıkamaz. O varilin içinden varilin başında bekleyen evrimci profesörlerden tek biri bile çıkamaz. Hatta değil bir profesör, o profesörün trilyonlarca hücresinden tek bir tanesi bile çıkamaz.

Atomlar cansızdır. Cansız maddeler birleşip canlı, gülen, sevinen, düşünen bir varlık oluşturabilirler mi?

Böyle bir şeye akıllı bir insan inanabilir mi? Elbette ki o varilin içinden canlı hiçbir varlık çıkmaz. Bu imkansızdır. Çünkü canlılar cansız maddelerin tesadüfen bir araya gelmeleriyle oluşamaz. CANLILARI ALLAH YARATMIŞTIR. Ortada hiçbir şey yokken, Allah insanı, dağları, gölleri, kuzuları, aslanları, çiçekleri yaratmak istemiştir. Ve "Ol" diye emir vererek hepsini yoktan var etmiştir.  

Darwin Deneyi için sadece bu malzemelere ihtiyaç var. Çünkü evrimciler yukarıda gördüğünüz iyot, çinko gibi maddelerin tesadüfler sonucunda biraraya gelerek canlıları oluşturduklarını iddia ederler. Öyle ise gelip bu maddelerin hepsini büyük bir varilin içinde karıştırsınlar. Ve istedikleri her türlü şeyi yapsınlar. Sonra da istedikleri kadar beklesinler.


Ancak ne yaparlarsa yapsınlar bütün bilim adamları biraraya gelseler bile, bu varilin içinden tek bir canlının hücresini bile çıkartamazlar. Bir profesör, cansız maddeleri karıştırıp başka bir profesörü oluşturamaz. Çünkü insanları, ananası, gülü, tavus kuşunu kaplanları arıları, karpuzu ceylanları, kelebekleri yaratan yalnızca Allah'tır.






Evrim teorisinin iddiasına göre, bir canlı zamanla evrimleşir, yani gelişip farklı özellikler göstererek başka bir canlıya dönüşür. Örneğin evrimcilerin inancına göre bir sürüngen bazı olayların etkisiyle evrimleşerek bir kuşa dönüşür. Peki sürüngeni etkilediğini iddia ettikleri bu olaylar nelerdir? 

Evrimciler "mutasyon" ve "doğal seleksiyon" adını verdikleri iki ayrı olayın bir arada meydana gelmesiyle evrimin gerçekleştiğine inanırlar. Ancak bu çok mantıksız bir inançtır ve bilimsel hiçbir delili yoktur. Neden mi? Birlikte inceleyelim. 
 

Doğal Seleksiyon Nedir?

Doğal seleksiyonun en basit anlamı şudur: canlılar arasında güçlü olanlar yaşamlarını devam ettirebilirler, güçsüzler ise hemen yok olurlar. Bunu şöyle bir örnekle açıklayalım: Diyelim ki bir geyik sürüsü var ve bu geyik sürüsüne sık sık vahşi hayvanlar saldırıyorlar. Bu durumda geyikler hızla kaçacaklardır ve en hızlı koşan, en çevik geyikler kurtulacaklardır. Zaman içerisinde zayıf ve çelimsiz geyikler hep vahşi hayvanlar tarafından avlandıkları için tamamen ortadan kaybolacaklardır. Ortada sadece sağlıklı ve güçlü geyikler kalacaktır. Sonuç olarak geyik sürüsü bir süre sonra hep güçlü geyiklerden oluşacaktır. 


ÇİTA'DAN KAÇAN ANTİLOPLAR

KOŞARKEN BİR FİLE

FİLLER DE BİR 
KAPLANA DÖNÜŞMEZ!!!

Buraya kadar anlatılanlar doğrudur. Fakat bunun evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Ancak evrimciler derler ki, bu geyik sürüsü gelişe gelişe sonunda başka bir canlıya dönüşür; mesela zürafa olur. İŞTE BU YANLIŞTIR. Çünkü hiçbir geyik daha hızlı koştuğu için başka bir canlıya örneğin bir aslana veya bir zürafaya dönüşmez. Bu sadece masallarda olur.

Hepiniz kurbağa prens masalını bilirsiniz. Bir masalda bir kurbağa prense dönüşebilir. Ama gerçek yaşamda bir geyiğin aslana veya başka bir canlıya dönüşmesi tabi ki imkansızdır. Ama evrimciler, koskoca sakallı profesörler olmalarına rağmen böyle bir masala inanırlar. Bu neye benzer biliyor musunuz? Kurbağa prens masalını dinleyen bir çocuğun ilk bulduğu kurbağayı öpüp prens olmasını beklemesine benzer.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Doğal seleksiyon bir hayvan türünü (örneğin geyikleri) başka bir hayvan türüne (örneğin aslanlara, zürafalara) kesinlikle dönüştüremez. Sadece o türün örneğin geyik sürüsünün daha güçlü olmasına neden olabilir.


Mutasyon Ne Demektir?

Mutasyon bir canlının vücudunda meydana gelen olumsuz yöndeki değişikliklerdir. Mutasyonlara radyasyon veya kimyasal maddeler neden olur. Radyasyonun veya kimyasal maddelerin canlılar üzerindeki etkileri her zaman zararlıdır. Örneğin günümüzden yaklaşık 55 yıl önce 1. Dünya Savaşı’nda Japonya'nın Hiroşima kentine atom bombası atılmıştı. Atom bombası atıldığı yerin çevresine radyasyon yaydı ve bu, insanlara çok büyük zararlar verdi. İnsanların birçoğunun ölmesine veya ciddi şekilde hastalanmalarına neden oldu. Hatta insanların vücutlarındaki bazı sistemleri bile bozduğu için bu insanların ileride doğan çocukları da hasta veya sakat doğdular.
 

Mutasyonlar bir çocuğu bu hale getiren olaylardır.

Mutasyon sonucunda üç ayağı oluşan bir kuzu.

Mutasyonlar sonucunda ayakları zarar gören insanlar


Buna benzer bir olay da 1986 yılında Rusya'nın Çernobil kentinde meydana gelmişti. Çernobil'de bir nükleer santralda patlama meydana gelmiş ve bu yüzden tüm kente ve çevresine radyasyon yayılmıştı. Aynı Japonya'da olduğu gibi orada yaşayan insanlar ve onların sonradan doğan çocukları, radyasyonun sebep olduğu mutasyonlar nedeniyle sakat kalmışlar veya ölmüşlerdi. Görmüş olduğunuz resimler hep radyasyon nedeniyle mutasyona uğramış insanların ve diğer canlıların nasıl sakat kaldıklarını göstermektedir.

Şimdi bunun konumuzla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Size daha önce evrimcilerin canlının başka bir canlı türüne dönüştüğünü ve böylece evrimleştiğini iddia ettiklerini söylemiştik. Örneğin balıkların sürüngenlere dönüştüklerini söylerler.

Peki bir balık nasıl olur da bir sürüngene dönüşebilir diye sorarsanız size şöyle derler: Bir balık bir gün bir mutasyon geçirir yani Japonya'daki çocuklar gibi radyasyon gibi bir olayla karşılaşır. Bu mutasyon sonucunda balığın vücudunda bazı değişiklikler olur ve balık bir gün karşınıza timsah olarak çıkar.

Bu çok saçma bir iddiadır. Çünkü yukarıda da bahsettiğimiz gibi mutasyonlar canlılara hep zarar verirler. Onları ya sakat bırakırlar, ya da hasta ederler. Buna rağmen evrim teorisi mutasyonların balıkları geliştirdiğini ve onları bir sürüngene dönüştürdüğünü söylemektedir. Bu, hiç kimsenin inanmayacağı kadar imkansızdır.

Eğer mutasyonlar faydalı olsalardı, Çernobil'de radyasyon sızıntısı olduğunda evrimleşip daha gelişmiş bir canlı olmak için herkes oraya giderdi. Halbuki herkes Çernobil'den kaçmıştır. Ve Çernobil'in olumsuz etkileri hala sürmektedir.

Evrimcilerin bu iddiasını şöyle bir örneğe benzetebiliriz. Siz elinize bir balta alsanız ve renksiz bir televizyona vurmaya başlasanız. Bu televizyonu renkli bir televizyona dönüştürebilir misiniz? Elbette ki hayır. Baltayla televizyona rasgele vurduğunuzda paramparça olmuş bir televizyonunuz olur. İşte aynı, baltayla rasgele vurmak gibi, mutasyonlarda canlılara sadece zarar verirler.

Yani evrimcilerin söyledikleri gibi bir canlıyı daha iyi duruma getirmezler.

Öyle ise buraya kadar anlattıklarımızı kısaca özetleyelim. Evrimciler bir canlının diğerine dönüşerek evrimleştiklerini söylüyorlar. Ve bu değişimleri ise mutasyonların ve doğal seleksiyonunun gerçekleştirdiğini iddia ediyorlar. Ama biz de gördük ki doğal seleksiyon da mutasyonlar da bir canlının özelliklerini geliştiremezler. Hatta mutasyonlar canlıya zarar verirler.

Yani evrimcilerin söyledikleri gibi bir canlıyı daha iyi duruma getirmezler.

Öyle ise buyara kadar anlattıklarımızı kısaca özetleyelim. Evrimciler bir canlının diğerine dönüşerek evrimleştiklerini söylüyorlar. Ve bu değişimleri ise mutasyonların ve doğal seleksiyonunun gerçekleştirdiğini iddia ediyorlar. Ama biz de gördük ki doğal seleksiyon da mutasyonlar da bir canlının özelliklerini geliştirmezler. Hatta mutasyonlar canlıya resimlerde de görüldüğü gibi zarar verirler.
 

100 milyon yıllık karınca fosili. Gördüğünüz gibi karıncalar 100 milyon yıl önce de aynı bugünkü karıncalar gibiydi. Yani hiç evrimleşmediler




ÖNCE 

Fosil nedir? 

Bazı canlılar öldükleri zaman arkalarında izlerini bırakırlar ve bu izleri yani kalıntıları milyonlarca yıl hiç bozulmadan kalabilir. Ancak bunun olabilmesi için o canlının hava ile temasının aniden kesilmesi gerekir. Örneğin bir kuş yerde dururken üzerine aniden bir kum yığını gelse ve orada kuş ölse, bu kuşun kalıntıları günümüze kadar gelebilir. Veya ağaçlardan akan amber denen sıvılar vardır. Bazen bu amber bir böceğin üzerine akar ve böcek bu amberin içinde ölür. Böylece sertleşerek milyonlarca yıl hiç bozulmadan günümüze kadar gelebilir. Biz de böylece çok eskiden yaşamış olan canlılar hakkında bilgi edinebiliriz. İşte canlılardan kalan bu kalıntılara fosil denir. İleriki  sayfalarda bazı canlıların fosillerini görebilirsiniz. 
 

"Ara tür" fosilleri ne demektir? 

Evrimcilerin uydurdukları yalanların en önemlilerinden biri ara türlerdir. Bazı evrimci kitaplarda ara türlere "ara geçiş formu" da denilir. Evrimciler bildiğiniz gibi canlıların birbirlerinden meydana geldiklerini söylerler. Yani onlara göre ilk canlı tesadüfen meydana gelmiştir. Sonra zaman içinde o canlı başka bir canlıya, o da başka birine dönüşmüş ve bu böylece sürmüştür. Size bunu bir örnekle açıklayalım. Örneğin evrimcilere göre balıklar deniz yıldızları gibi canlılardan türemişlerdir. Yani bir deniz yıldızı bir gün bir mutasyon sonucunda önce bir kolunu kaybetmiştir. Sonra milyonlarca yıl içinde diğer kollarını kaybetmiş ve bu kollarının kimi kendiliğinden yüzgece dönüşmüştür. Bu arada yine bir deniz yıldızının balığa dönüşmesi için gerekli olan değişiklikler meydana gelmiştir. (Böyle bir şeyin olması asla mümkün değildir ama biz senaryo gereği anlatıyoruz.) Dolayısıyla evrimci masala göre, bir deniz yıldızı balığa dönüşürken birçok geçiş aşaması yaşamalıdır. Aşağıdaki şekle bakarsanız bu komik iddiayı daha iyi anlayabilirsiniz.   

deniz
yıldızı
balık
 


İşte aradaki geçiş aşaması olan bu hayali canlılara evrimde ara tür denir. Yine evrime göre bunların hep yarım organlı canlılar olması lazımdır. Örneğin bir balık bir sürüngene dönüşürken de arada birçok ara tür olmalıdır. Ve bu ara türlerin yarım ayakları, yarım yüzgeçleri, yarım akciğerleri, yarım solungaçları olması gerekir. Ve eğer gerçekten böyle garip canlılar yaşadılarsa bizim onların kalıntılarını yani fosillerini mutlaka bulmamız gerekir. Ancak ne ilginçtir ki, bugüne kadar evrimcilerin var olduğunu iddia ettikleri bu ara tür fosillerinden bir tane bile bulunamamıştır. 

Fosiller bilimsel delillerdir. Yani biz fosillere bakarak geçmişte nasıl canlılar yaşadığını öğrenebiliriz. Fosiller bize şunu göstermektedirler: Canlılar birbirlerinden türememişlerdir. Hepsi eksiksiz ve kusursuz bir biçimde, bugünkü yaşayan örneklerinden hiçbir farkları ve eksiklikleri olmadan bir anda oluşmuşlardır. YANİ HEPSİNİ ALLAH YARATMIŞTIR.

 
50 milyon yıllık balık fosili
 
400 milyon yıllık deniz yıldızı fosili
 
Bugüne kadar milyonlarca balık ve milyonlarca deniz yıldızı fosili bulunmuştur. Ancak, evrimcilerin yalan olarak uydurdukları gibi, bir tane bile deniz yıldızının balığa dönüştüğünü gösterebilecek ara geçiş aşaması canlılarına ait fosil bulunamamıştır.

Yukarıdaki resimlerde denizyıldızı ve balık fosilleri ile bugünkü halleri görülmektedir. Gördüğünüz gibi her ikisi de hiç değişmemişler. Milyonlarca yıl önce nasıllarsa bugün de öyleler

.
150 milyon yıllık yengeç fosili. İki yengeç arasında bir fark görebiliyor musunuz?
 

125 MİLYON YILLIK 
DENİZKESTANESİ FOSİLİ VE CANLISI

190 MİLYON YILLIK TİMSAH FOSİLİ 
VE CANLISI
75 MİLYON YILLIK VATOS BALIĞI FOSİLİ
VE CANLISI
Fosiller bilimsel delillerdir. Yani biz fosillere bakarak geçmişte nasıl canlılar yaşadığını öğrenebiliriz. Fosiller bize şunu göstermektedirler: Canlılar birbirlerinden türememişlerdir. Hepsi eksiksiz ve kusursuz bir biçimde, bugünkü yaşayan örneklerinden hiçbir farkları ve eksiklikleri olmadan bir anda oluşmuşlardır.
YANİ HEPSİNİ ALLAH YARATMIŞTIR.
.
400 MİLYON YILLIK KÖPEKBALIĞI FOSİLİ VE CANLISI
40 MİLYON YILLIK ÇEKİRGE AMBERİ, FOSİLİ VE CANLISI


90-94 MİLYON YILLIK 
GECKO AMBERİ VE CANLISI
90-94 YILLIK KURBAĞA
AMBERİ VE CANLISI


 Evrimciler bu canlıların nasıl olup da milyonlarca yıl hiç değişmediklerini açıklayamazlar? .


450 MİLYON YILLIK NAUTİLUS FOSİLİ
450 MİLYON YILLIK KAPLUMBAĞA FOSİLİ VE CANLISI
450 MİLYON YILLIK KARİDES FOSİLİ VE CANLISI
450 MİLYON YILLIK YUSUFÇUK FOSİLİ VE CANLISI

 

KAMBRİYEN DÖNEMİNDE NELER OLDU?

Allah'ın evreni çok büyük bir patlama sonucu yarattığını size daha önce söylemiştik. Bu patlamanın ardından tüm evren, gezegenler, yıldızlar, dünyamız oluşmuştur. Dünyamızda ilk başta canlı hiçbir varlık yoktu. Ama daha sonra Allah dünya üzerinde tüm canlıları, kuşları, böcekleri, ağaçları, çiçekleri, balıkları, kaplanları, kelebekleri, filleri, zürafaları ve diğerlerini yaratmıştır.

Peki ilk canlılar ne zaman ortaya çıkmışlar biliyor musunuz? Kambriyen dönemi denilen ve günümüzden tam 500 milyon yıl önce yaşanan bir dönemde. Bu dönemde yaşamış olan ilk canlılar salyangoz, solucan ve denizyıldızı gibi canlılardır. Kambriyen döneminde yaşamış olan canlılar da evrim teorisinin yanlış olduğunu bize gösterir. Nasıl mı? 

Kambriyen dönemindeki bu canlılar birdenbire ortaya çıkmışlardır. Onlardan önce canlı olan hiçbir şey yoktu. Bu canlıların birdenbire ortaya çıkmaları onların Allah tarafından bir anda yaratıldıklarını gösterir. Eğer evrimcilerin iddia ettikleri gibi olsaydı, bu canlıların da, kendilerinden daha ilkel atalardan yavaş yavaş evrimleşerek o hale gelmiş olmaları gerekirdi. Fakat, bu canlıların kendilerinden önce yaşamış hiçbir ataları, ara geçiş türleri yoktur. Fosillerde böyle ara geçiş canlılarına hiç rastlanmamıştır. Fosiller bize göstermektedir ki Kambriyen döneminde ortaya çıkan bu canlılar, tüm diğer canlılar gibi birdenbire ve eksiksiz olarak, hiçbir evrimsel ataları olmadan ortaya çıkmışlardır. YANİ ALLAH TARAFINDAN YARATILMIŞLARDIR. Ayrıca Kambriyen döneminde yaşamış olan bu canlıların çok önemli özellikleri vardı. Örneğin o dönemde yaşayan ama sonra soyu tükendiği için bugün bizim göremediğimiz TRİLOBİT adında bir canlı bulunmaktaydı. Trilobitlerin çok karmaşık ve mükemmel gözleri vardı. Trilobit gözü sağ yanda da gördüğünüz gibi yüzlerce petekten oluşuyordu ve bu yüzlerce petek onun çok iyi görmesini sağlıyordu. 

Sizce böyle bir canlı bir anda ortada belirebilir mi? Örneğin bugün size küçük kardeşiniz gelse ve şöyle dese: "Dün akşam masada oturuyordum. Birden bire önümde bir sinek belirdi. Nereden geldiğini bilmiyorum, herhalde tesadüfen orada aniden var oldu. Üstelik çok da ilginç peteklerden oluşan gözleri vardı. Ama herhalde bunlar da tesadüfen o anda meydana geldi."   

Evrimcilerin yaşadıklarını iddia ettikleri garip yaratıklar. Gerçekte böyle canlılar hiçbir zaman yaşamamışlardır.

Böyle bir durumda ne düşünürsünüz? Herhalde kardeşinizin küçük olduğu için daha birçok şeyi akledemediğini düşünürsünüz. Fakat ne gariptir ki evrimciler de bu canlıların birdenbire denizde belirdiklerini söylerler. Üstelik bugünkü sineklerin sahip oldukları gözlere onlar da sahiptirler. Bu durumda evrimciler açıkça yalan söylemektedirler. Çünkü gurur ve kibirlerinden dolayı kendilerini ve tüm varlıkları Allah'ın yaratmış olduğunu kabul etmek istemezler. Bu gerçeği örtbas edebilmek için de sürekli yalanlar, hayali senaryolar, masallar uydurup insanları Allah'tan uzaklaştırmak isterler.

Yeryüzünde var olan ilk canlılardan olan trilobitler çok karmaşık bir göz yapısına sahiptirler. Böyle kusursuz gözlerinin olması onların Allah tarafından yaratıldıklarını gösteren delillerlerden biridir.




 

Evrimciler, sürüngenlerin balıklardan oluştuklarını söylerler. Onlara göre balıklar bir gün denizlerde yiyecek azalınca karaya çıkmaya karar vermişler ve sonra karada yaşayabilmek için sürüngenlere dönüşmüşlerdir. Gördüğünüz gibi bu çok komik bir iddiadır. Çünkü karaya çıkan bir balığa ne olacağını herkes çok iyi bilir: BALIK ÖLÜR. 

Siz hiç balık tutmaya gitmiş miydiniz? Bir düşünün! Bir balık oltanıza takılsa, sonra onu alıp kurtarsanız ve evinizin bahçesine koysanız ne olur? Demin de söylediğimiz gibi bu balık kısa sürede ölür. Bir gün çok balık tutsanız ve bunların hepsini bahçenize götürüp koysanız ne olur? Yine tüm balıklar ölür.

İşte evrimciler bunu kabul etmezler. Derler ki bu balıklardan biri bahçede ölümü beklerken aniden değişime uğradı ve bir sürüngen oldu ve yaşamaya devam etti! ASLA BÖYLE BİR ŞEY MÜMKÜN DEĞİLDİR!

 

Evrimcilere göre bir gün balıklar karaya çıkmaya karar vermişler ve kara canlılarına dönüşmüşlerdir. Halbuki karaya çıkan balık ÖLÜR!

Çünkü bir balığın karada yaşayan hayvanlardan çok farkı vardır ve bunların hepsi tesadüfen bir anda oluşamaz. Bakın bu balığın karada yaşamak için ihtiyaç duyacağı şeylerden birkaçını size sıralayalım:

1. Balıklar suda yaşadıkları için solungaçları ile nefes alıp verirler. Ancak karada solungaçları ile yaşayamaz ve ölürler. Bunun için bir akciğere sahip olmaları gerekir. Peki diyelim ki bir balık karaya çıkmaya karar verdi. Kendisine bir akciğer nereden bulacaktır? 

2. Balıkların bizim gibi bir böbrek sistemleri yoktur. Ancak karada yaşayabilmeleri için buna da ihtiyaçları vardır. Herhalde balık karaya çıkmaya karar verdiğinde, kendine bir de böbrek bulmuştur bir yerlerden!

3. Balıkların ayakları yoktur. Bu yüzden karaya çıktıklarında yürüyemezler. Acaba karaya çıkmayı ilk başaran balık bu ayağı nasıl bulmuştur? Böyle bir şey imkansız olduğuna göre evrimcilerin bu konuda da yalan söyledikleri ortaya çıkmaktadır. 

Bunlar bir balığın karada yaşayabilmesi için sahip olması gereken binlerce özellikten sadece üç tanesidir. 

Ayrıca eğer balıklar sürüngenlere dönüşselerdi milyonlarca balık sürüngen arası, ara tür fosiline rastlanması gerekirdi. Yani yarım ayaklı, yarım akciğerli ve yarım böbrekli birçok canlı yaşamış olmalıydı. Ve biz de bugün onların fosillerine rastlamalıydık. Ancak böyle bir fosil yoktur. 
 

Coelecanth İsimli Balık Hakkında

Evrimciler yıllarca Coelecanth (sölekant) isimli bir balığı karaya çıkmak üzere olan bir ara tür olarak tanıttılar. Bütün kitaplarında, dergilerinde bu balığı evrimin delili gibi gösterdiler. Coelecanth'ın soyu tükenmiş bir balık olduğunu yani günümüzde yaşamadığını zannediyorlardı. Bu yüzden bu balığın fosiline bakarak bir sürü yalan uydurdular.


Evrimciler Coelecanth balığının sürüngene dönüşmeye başlayan bir balık olduğunu iddia ediyorlardı. Sonra bir gün yaşayan bir Çoelecanth bulundu ve evrimcilerin yalan öyledikleri anlaşıldı. Çünkü Coelecanth gerçek bir balıktı. 

Ancak bir gün bir balıkçı denizde avlanırken bu balıktan yakaladı. Sonra bu balıktan birçok kez daha yakalandı. Ve görüldü ki Coelecanth normal bir balıktı. Hiç de evrimcilerin iddia ettikleri gibi karaya çıkmaya hazırlanmıyordu. Evrimciler Coelacanth'ın fosiline bakıp "bu balık sığ sularda yüzüyordu, yani karaya çok yakındı, neredeyse karaya çıkacaktı" demekteydiler. Halbuki Coelecanth, sığ sularda değil, çok derin sularda yaşıyordu. Yani Coelecanth evrimcilerin söylediği gibi bir ara tür değildi. Gerçek bir balıktı. Evrimcilerin bunun gibi daha birçok yalanları da ortaya çıkmıştır.






Evrimcilerin çok saçma iddialarından biri de kuşların nasıl oluştuğu ile ilgilidir. Evrimcilerin söyledikleri bir hikayeye göre ağaçlarda yaşayan sürüngenler, zamanla daldan dala atlamaya başlamışlar ve sonunda da kanatlanmışlardı. Yine bir başka hikayeye göre bu kez bazı sürüngenler sinek avlamak için ön kollarını çırpa çırpa koşarlarken ön kolları kanatlara dönüşmüştü. 

Bir dinozorun koşarken kanadının çıktığına inanmak çok komik değil mi? Böyle şeyler ancak masallarda, çizgi filmlerde olur. 

Üstelik çok önemli bir konu daha var. Bu evrimciler koskoca dinozorun sinek yakalamaya çalışırken kanatlarının çıktığını söylüyorlar. Peki ama sizce sinek nasıl uçuyor? Onun kanatları nereden gelmiş? Koskocaman bir dinozorun nasıl uçtuğunu açıklamaya çalışacaklarına, küçücük bir sineğin nasıl uçabildiğini açıklasalar ya!

İşte evrimciler bunu hiç açıklayamıyorlar. Çünkü size daha önce anlattığımız gibi sinek dünyadaki en iyi uçan canlılardan biri. Saniyede 500-1000 kere kanatlarını çırpabiliyor. Ve bildiğiniz gibi son derece çevik bir şekilde istediği yönde hareket edebiliyor. Evrimciler ne kadar yalan söylerlerse söylesinler kuşların kanatlarının nasıl oluştuğunu açıklayamıyorlar. Bir sineğin kanatlarını ise akıllarına bile getirmek istemiyorlar. 

Çünkü doğrusu şudur: Kuşlar da, sinekler de kanatları ve uçma yetenekleri ile birlikte Allah tarafından yaratılmışlardır. 
 

Evrimcilerin ara tür dedikleri Archaeopteryx (arkeopteriks) aslında tam bir kuştur!

Bakın şimdi sürüngenlerle kuşlar arasındaki yüzlerce farktan birkaçını size sayalım:

1. Kuşların kanatları vardır, sürüngenlerin ayakları vardır.

2. Kuşların tüyleri vardır, sürüngenlerin pulları vardır.

3. Kuşların kendilerine özgü bir iskelet yapıları vardır. Kemiklerinin içi boştur ve bu yüzden ağır olmadıkları için rahatlıkla uçabilirler. 

(Bunlar ilk akla gelen bir iki konudur. Bunun dışında bu canlılar arasında daha çok fazla farklılık vardır.

 Size daha önce de söylediğimiz gibi eğer bir sürüngen bir kuşa dönüşmüş olsaydı, bu geçişin aşamalarını gösteren sayısız hayvan yaşamış olmalıydı. Ve biz fosiller arasında bu hayvanların da fosillerini görmeliydik. Yani yarım kanatlı, yarısı tüylü yarısı pullu, yarım gagalı, yarım ağızlı yaratıklar bulunması gerekirdi. Ama dünyadaki fosillerin arasında böyle bir yaratık yoktur. Bulunan fosiller ya tam bir sürüngene ya da tam bir kuşa aittir. Demek ki kuşlar sürüngenlerden evrimleşmemişlerdir. Tüm diğer canlılar gibi kuşları da Allah yaratmıştır. 

Kuşlar sürüngenlerden evrimleşmiş olamazlar. İkisi de çok farklı canlılardır. Bu resimde sürüngen ve kuş ayaklarının arasındaki büyük farkı görebilirsiniz.

Ancak evrimciler bunu kabul etmek istemedikleri için yalan söyleyerek insanları inandırmaya çalışmışlardır. Nasıl mı?

Günümüzde yaşamayan, yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamış olan Archaeopteryx (arkeopteriks) isimli bir kuşun fosilini bulmuşlar ve bu kuşun yarı kuş yarı dinozor bir ara geçiş formu olduğunu söylemişlerdir. Ve "Archaeopteryx kuşların atasıdır" demişlerdir. Yani bu onlara göre ilk kuşa benzeyen yarı dinozor canlıdır.

Ancak bu kesin bir yalandır: ARCHAEOPTERYX TAM BİR KUŞTUR!

Çünkü;

 1. Archaeopteryx'in, aynı günümüzde uçan kuşlar gibi tüyleri vardır.

 2. Uçan kuşların kanatlarının bağlandığı göğüs kemiğinin aynısı Archaeopteryx'te de vardır.

3. Archaeopteryx kuşların atası olamaz. Çünkü ondan daha yaşlı kuşların fosilleri bulunmuştur. Yani Archaeopteryx yokken de kuşlar vardır.

HİÇ BÖYLE ŞEY OLUR MU? 

Bildiğiniz gibi yunus veya balina gibi hayvanlara deniz memelileri denir. Bu canlılar denizde yaşamalarına rağmen, aynı memeliler gibi doğurarak çoğalırlar. Oysa ki balıklar yumurtlayarak çoğalırlar. Peki öyle ise deniz memelileri nasıl oluşmuştur? Elbette ki onları da Allah yaratmıştır. Ancak evrimciler bu gerçeğe inanmak istemezler. Ama yunusların ve balinaların nasıl oluştuklarını açıklayamazlar da. Charles Darwin (evrim teorisini ortaya atan kişi) ise ilk evrim teorisi ile ilgili kitabını yazdığında şöyle bir şey uydurmuştu: Sürekli suda balık avlayan ayıların suya gire çıka bir gün balinalara dönüştüklerini iddia etmişti. Evet yanlış anlamadınız. O çok iyi tanıdığınız tüylü ayıların denizde yüze yüze metrelerce uzunluğundaki kocaman tüysüz balinalara dönüştüğünü iddia etmiştir. Sizce bir ayı çok fazla suya girdiği için balinaya dönüşebilir mi? Öyle ise denize çok fazla giren insanların da bir deniz memelisine dönüşmeleri gerekmez miydi? Son derece komik değil mi!

Bunlar ancak masallarda olabilecek gerçek dışı şeylerdir. Örneğin masallarda deniz kızlarından bahsedilir. Deniz kızları yarı balık yarı insandır. Herhalde evrimciler deniz kızı masallarının çok fazla etkisi altında kalmışlar!


Darwin, ayıların suda yüzerken zaman içinde balinalara dönüştüklerni söylemişti. Darwin'in bu yalanına bazı evrimciler bile inanamadılar.

YÜZEN BİR AYININ BİR BALİNAYA DÖNÜŞEBİLECEĞİNE İNANIYOR MUSUNUZ?



 




Evrim Teorisi'nin iddiaları bununla da kalmaz daha da ileri gider ve insanların maymundan evrimleştiğini, insanların atalarının maymunlar olduğunu iddia ederler. 

Ancak, ne Darwin2in ne de diğer evrimcilerin bu iddiasını doğrulayacak hiçbir delilleri yoktur. Bu iddia da yine tamamen hayal ürünüdür. 

Aslında, evrim teorisinin ortaya atılış sebebi, insanlara Allah tarafından yaratıldıklarını unutturmaktır. İnsanlar eğer tesadüfen oluştuklarına ve atalarının bir hayvan olduğuna inanırlarsa, Allah’a karşı sorumluluk duymazlar. Böylece insanlar artık, tüm manevi değerlerini unutur, sadece kendi çıkarlarını düşünen insanlara dönüşürler. Sadece kendi çıkarını düşünen insanlar, vatan sevgisi, bayrak sevgisi, aile sevgisi gibi çok değerli duygularını da kaybederler. İşte evrimciler böyle manevi değerlerden uzak insanlar oluşturmak için evrim teorisini savunurlar. Amaçları insanlara Allah'ın varlığını unutturmaktır. Ve bu nedenle insanlara "Sizi Allah yaratmadı. Siz maymunlardan geldiniz, yani siz gelişmiş bir hayvansınız" derler. 

Halbuki insanı Allah yaratmıştır. Ve insan diğer tüm canlılardan farklı olarak konuşabilen, düşünebilen, sevinebilen, karar verebilen, akıl sahibi, uygarlıklar oluşturabilen, iletişim kurabilen tek canlıdır. İnsana bu özelliklerinin hepsini veren Allah'tır. 

Hiçbir maymun veya hiçbir başka canlı konuşamaz, düşünemez, karar veremez. 
 

Evrimciler insanın maymundan geldiğine hiçbir delil gösteremezler

Bilim alanında "delil" göstermek çok önemlidir. Eğer siz bir iddiada bulunursanız ve insanların buna inanmalarını isterseniz, mutlaka bir delil göstermeniz gerekir. Örneğin yeni tanıştığınız insanlara "Benim adım Ayşe" dediniz. Ve bu insanlardan biri çıkıp dedi ki "ben sizin adınızın Ayşe olduğuna inanmıyorum". Bu durumda bu kişiye delil göstererek adınızın Ayşe olduğunu ispatlayabilirsiniz. Deliliniz ne olabilir? "Nüfus kağıdı"nız bir delil olabilir. Bunu karşınızdaki kişiye gösterirseniz, artık size kesinlikle itiraz edemez. 

Bir tane de bilimsel bir örnek verelim. Günümüzden birkaç yüzyıl önce Newton adında ünlü bir bilimadamı çıkmış ve dünyada yerçekimi var demiş. Bunu nereden bildiğini soranlara ise bir delil göstermiş. "Bir elma dalından koptuğunda yere düşüyor, havada durmuyor". Demek ki yerde onu çeken bir güç var ve bu gücün adına yerçekimi demiş. 

Öyle ise evrim teorisinin de bilimsel olarak inanılır olması için delil göstermesi gerekir. Örneğin evrim teorisi diyor ki insanın atası maymundur. Biz de o zaman evrimcilere soracağız: Bunu nereden biliyorsunuz? Deliliniz var mı? 

İnsanın atası eğer maymun olsaydı, delil olarak yarı insan-yarı maymun yaratıkların fosillerini bulmamız gerekirdi. Ancak bugüne kadar böyle bir fosil bulunamamıştır. Elimizde ya maymun fosilleri ya da insan fosilleri vardır. Yani EVRİMCİLERİN İNSANIN ATASININ MAYMUN OLDUĞUNA DAİR HİÇ BİR DELİLLERİ YOKTUR!

Ancak evrimciler bu konuda sahtekarlıklar yaparak insanları yanıltmaya çalışırlar. Nasıl mı? 


Evrimcilerin bazı sahtekarlıkları

1. Evrimciler yarı insan yarı maymun bir yaratık bulduk diyerek soyu tükenmiş maymunların fosillerini gösterirler.

Buna benzer resimleri mutlaka bir yerlerde görmüşsünüzdür. İşte evrimciler böyle resimler çizerek insanları yanıltırlar. Halbuki böyle canlılar hiçbir zaman yaşamamışlardır. Geçmişte de şimdi olduğu gibi tam insanlar ve tam maymunlar vardır. Hiçbir zaman burada çizildiği gibi yarı maymun yarı insan yaratıklar yaşamamışlardır. Böyle bir şeyin olması kesinlikle imkansızdır. Zaten daha önce söylediğimiz gibi bununla ilgili tek bir fosil dahi bulamamışlardır.

Ancak evrimciler bu konuda hep sahtekarlık yaparlar. Örneğin soyu tükenmiş, günümüzde yaşamayan bir maymun türünün fosilini alırlar ve bunu yarı insan yarı maymun bir yaratıkmış gibi tanıtırlar. İnsanlar da bu konularda fazla bilgileri olmadığı için evrimcilerin bu yalanına inanırlar.

2. Evrimciler farklı insan ırklarına ait fosilleri insanın atası olan yarı insan yarı maymun yaratıklar gibi tanıtırlar.

Hepinizin bildiği gibi yeryüzünde birçok ırktan insan vardır. Zenciler, Çinliler, Kızılderililer, Türkler, Afrikalılar, Eskimolar ve daha birçok farklı ırklara ait insanlar vardır. Ve tabi ki bu farklı ırklara ait insanların bazı özellikleri de farklı olur. Örneğin Çinliler çekik gözlüdürler, zencilerin derileri çok koyu renktedir, saçları kıvırcıktır. Bir Kızılderili veya Eskimo gördüğünüzde hemen onun farklı bir ırktan olduğunu anlarsınız. İşte geçmişte de böyle farklı ırklardan birçok insan yaşamıştır ve bu insanların bazı özellikleri bugünkü ırklardan farklıdır.

Örneğin Neanderthal ırkına ait insanların kafatasları bugün yaşayan insanlarınkine oranla çok büyüktü. Kasları ise bizimkiyle karşılaştırıldığında çok daha gelişmiş ve güçlüydü.

Ancak evrimciler bu ırklar arasındaki farklılıkları insanları yanıltmak için kullanırlar. Örneğin bir Neandertal insanının kafatası fosilini bulunca, "işte bu insanların on binlerce yıl önce yaşamış olan yarı maymun yarı insan atası"derler. Veya bazı ırkların kafatasları daha küçüktür. Bu kafataslarının fosillerini bulan evrimciler bu kez de "bu kafatasının sahibi maymunluktan yeni çıkmıştı, insan olmaya yeni başlıyordu" derler.
 

Bu çizimin gerçekleşmesi ne kadar imkansız ve saçma ise, evrimcilerin iddiaları da o kadar imkansız ve saçmadır!

 

Halbuki bugün de kafatasının büyüklüğü genele göre çok daha küçük olan insan ırkları yaşamaktadır. Örneğin Aborijin yerlilerinin kafatası hacimleri çok küçüktür. Ama bu onların yarı maymun yarı insan yaratıklar olduğunu göstermez. Onlar da sizin gibi ve tüm diğer insanlar gibi normal birer insandırlar.
 

Endonezyalı
Çinli
Yunanlı
Hindistanlı
Aborijan Yerlisi

Yukarıda günümüzde yaşayan çeşitli insan ırklarından örnekler görülüyor. Yandaki kafatasları da bugün yaşayan bazı ırklara ait. Görüldüğü gibi, günümüzde çok çeşitli insan ırkları yaşamaktadır.Ve bu ırkların çoğu birbirinden tamamen farklı kafatası özelliklerine sahiptir. Evrimciler de bu birbirinden farklı insan kafataslarını alıp, bunları farklı türler olarak tanıtırlar. Oysa kafatası özelliklerindeki değişiklikler, farklı "tür"leri değil, farklı ırkları göstermektedir.

(a, b, c) Kuzey ırkı
(d, e, f) Zenci
(g, h, i) Avustralyalı
 


Sonuç olarak evrimcilerin insanların maymundan türedikleri konusundaki iddialarına delil olarak gösterdikleri fosiller ya geçmişte yaşamış ve bugün soyu tükenmiş maymunlara, ya da soyu tükenmiş insan ırklarına aittir. Yani yarı insan-yarı maymun yaratıklar hiçbir zaman yaşamadılar!

 

Evrimcilerin en büyük sahtekarlıkları:

1. Piltdown Adamı Sahtekarlığı

1912 yılında evrimci bilimadamları tarafından bir çene kemiği ve kafatası parçası fosili bulundu. Çene kemiği maymun çenesine, kafatası parçası da insanınkine benziyordu. Yani evrimcilere göre bu canlı, yarı insan yarı maymundu. Bu kemik parçalarının 500 bin yıl yaşında oldukları ve insanın maymundan türediğine delil oldukları söylendi.

Ve bu kemikler yaklaşık 40 yıl boyunca çeşitli müzelerde evrimin delili olarak sergilendi.

Ancak 1949 yılında bu kemikler üzerinde bazı testler yapıldığında çok şaşırtıcı bir sonuçla karşılaşıldı: Çene kemiği 500 bin değil, sadece 2-3 yaşındaydı. Bir insana ait olan kafatası parçaları da ancak birkaç bin yıl yaşındaydılar.

Gerçek sonradan anlaşıldı: Evrimciler insan kafatasına maymun çenesi takmışlar ve üzerine kimyasal maddeler sürerek eski görüntüsü vermeye çalışmışlardı.

Yani evrimciler yarı insan yarı maymun fosili bulamayınca bunun sahtesini üretmeye kalkmışlardı.

Bu olay tarihe en büyük bilim sahtekarlığı olarak geçti…
 

2. Nebraska Adamı Sahtekarlığı

Dişe bakarak çizilen Nebraska adamı. Evrimciler ne kadar da hayalperestler değil mi?
1922 yılında, bir azı dişi fosili bulundu. Evrimciler bu dişin insan ve maymunların ortak özelliklerini taşıdığını iddia ettiler. Daha sonra bu tek dişten yola çıkılarak bu dişin ait olduğu canlı olarak insan-maymun arası hayali bir canlı çizildi.

Hatta daha da ileri gidilerek bu canlının bir de ailesi çizildi. Tüm bu çizimler tek bir dişten yola çıkılarak yapılmıştı… Şöyle bir düşünün. Dişlerinizden biri düştüğünde, bu dişi sizi hiç görmemiş olan bir insan alsa ve dişe bakarak sizin resminizin aynısı yapacağını söylese ona inanınır mısınız? Hatta bu dişe bakarak sadece sizi değil ailenizi de çizeceğini söylese, bu teklif son derece saçma olmaz mıydı? Elbette ki sadece bir dişe bakarak bir canlıyı ve hatta ailesini çizmek tamamen mantıksızlıktır.

1927 yılında ise çok ilginç bir gelişme oldu. Dişin ait olduğu canlının iskeletinin öbür parçaları da bulundu. Diş ne maymuna ne de bir insana aitti.

Diş bir domuzun dişiydi...

Bu olay evrim sahtekarları için tam bir hayal kırıklığı olmuştu.

Aşağıdaki resimleri görüyor musunuz? Her evrimci tek bir kafatasına bakarak ayrı ayrı şeyler çizmiş. Onlar da ne çizeceklerine karar verememişler. çünkü böyle canlılar hiçbir zaman yaşamamış. Bunların hepsi koskoca profesörlerin hayal güçlerinin ürünü. Yani şimdi siz de sokakta bir kemik parçası bulsanız ve elinize bir kalem alıp böyle bir resim çizseniz ve sonra da arkadaşlarınıza götürüp "işte bu canlılar daha önce yaşamışlardı" deseniz size ne derler?
 

5 Nisan 1964 tarihli Sunday Times'da yer alan çizim
Maurice Wilson'un çizimi
N. Parker'ın çizimi N. Geopraphic Eylül 1960

Ama siz bunu yapmazsınız, çünkü bunun ne kadar akılsızca olduğunu biliyorsunuz. Fakat evrimci profesörler her nasılsa bunun akılsızlık olduğunu anlayamıyorlar!


İnsanın Maymundan Gelmediğini Delilleri:

1. Bilim adamları çok eski dönemlerde yaşamış olan insan fosilleri bulmuşlardır. Bu insan fosillerinin bugünkü insanlardan hiçbir farkı yoktur. Ayrıca bulunan bu fosillerin yaşadığı dönemde evrimcilere göre insan daha oluşmamış olmalıdır. Sadece insanın atası olan maymunların bulunması gereklidir.

 


Bu kafatası 800 bin yıllık bir insana ait. Bu kafatası evrimcilerin yalan söylediklerini ortaya çıkarıyor.

Örneğin İspanya'daki bir mağarada yapılan kazılarda günümüzden 800 bin yıl önce yaşamış olan bir çocuğun fosilleri bulundu. Bu çocuk yüzü bugünkü çocuklarla aynı özelliklere sahipti. Halbuki evrimcilere göre 800 bin yıl önce insanların yaşamıyor olmaları gerekirdi. Onlara göre 800 bin yıl önce yarı insan yarı maymun yaratıkların bulunması gerekirdi. Ancak İspanya'da bulunan fosille anlaşıldı ki insan ilk yaratıldığından beri insan olarak vardır. Hiçbir zaman yarı maymun yarı insan yaratıklar yaşamamışlardır.

2. Bilimadamları taştan yapılmış bir kulübenin kalıntılarını bulmuşlardı. Bu kulübenin yaşını hesapladıklarında 1,5 milyon yıldan daha eski olduğunu buldular. Demek ki günümüzden 1,5 milyon yıl önce ilkel insanlar yoktu. Aynı bugün yaşayan insanlar gibi normal insanlar bulunmaktaydı. Bu da evrimcilerin insan maymundan evrimleşmiştir, önce ilkel insan (yarı maymun yarı insan) vardı, sonra evrimleşerek bu hale geldi iddiasını geçersiz kılmaktadır.

3. Bugüne kadar bulunmuş en eski insan kalıntılarından biri 1.6 milyon yıl yaşındaki Turkana Çocuğu fosilidir (yandaki iskelet). Bu fosil üzerinde yapılan incelemelerde, bunun 12 yaşındaki bir insana ait olduğu ve bu kişinin yetişkinliğe ulaşsaydı boyunun 1.80 metre civarında olacağı görülmüştür. Bu fosil, bugünkü insanla tıpatıp aynı iskelet yapısına sahip olduğu için tek başına insanın maymundan türediği inancını yıkmaya yetmiştir.

4. İnsan, canlılar arasında 2 ayağı üzerinde dik yürüyen tek varlıktır. At, köpek, maymun gibi hayvanlar dört ayaklı; yılan, timsah, kertenkele gibi canlılar da sürüngendir.


Dört ayak üzerinde yürüyen maymunların iki ayak üzerinde yürüen insana dönüşmeleri kesinlikle imkansızdır.

Evrim teorisinin iddiasına göre milyonlarca yıl önce dört ayaklı hayvanlardan maymunlar, yürüyüşlerini değiştirerek eğik yürümeye başlamışlardı. Binlerce yıl eğik yürüyen maymunlar daha sonra bir gün, tamamen dik yürümeye başlamışlardı. Sonuçta da insan oluşmuştu. Evrim teorisinin bu iddiası bilimsel çalışmaların sonuçlarına değil, tamamen hayal gücüne dayanıyordu. Son yıllarda bilim adamlarının yaptıkları çalışmalar evrim teorisinin bu iddiasının bilimsel olarak yanlış olduğunu ortaya çıkardı.

Yapılan çalışmaların sonuçlarına göre, canlılar enerjilerini en iyi 2 ayaklı veya 4 ayaklı yürürken kullanıyorlardı. Canlı, bu ikisi arası eğik bir yürüyüş yaptığında tam 2 katı enerji harcıyordu.

Öyle ise maymunlar neden çok daha fazla enerji harcadıkları halde milyonlarca yıl eğik yürüsünler? Bu tıpkı bir insanın normal yürümek yerine, sırtına çok fazla yük alarak yürümeyi tercih etmesi gibi bir şeydir. Veya siz iki ayağınız üzerinde dik olarak kolaylıkla yürürken, birdenbire amuda kalkarak yürümeye karar verir misiniz? Elbette ki hiçbir canlı kendisine en kolay gelen yürüyüşünü değiştirmez. Allah her canlıyı en rahat hareket edebileceği şekilde yaratmıştır.

Sonuç olarak evrim teorisi "dört ayağı üzerinde yürüyen maymun neden bir gün iki ayağı üzerinde yürümeye karar verdi?" sorusuna cevap veremez.


En Büyük Fark

İnsanla maymun arasındaki en önemli farklılık ise insanın ruh sahibi olması maymunun ise ruhunun olmamasıdır. İnsan bilinç sahibi, düşünebilen, konuşabilen, düzgün cümleler kurarak düşüncelerini diğer kişilere aktarabilen, karar verebilen, hisseden, zevk alan, sanatı bilen, resim yapabilen, beste yapabilen, şarkı söyleyebilen, aile, vatan, millet sevgisi gibi manevi değerleri olan, bilgi sahibi bir varlıktır. Bu sayılan özelliklerin hepsi insanın ruhuna ait özelliklerdir. Hayvanların ise ruhları yoktur. İnsan dışında hiçbir canlı bu özelliklere sahip olamaz.

Ahtapotların gözleri insan gözüne çok benziyor diye insan ahtapottan geldi demek çok saçma olmaz mı?
İşte evrimcilerin cevaplayamadıkları sorulardan biri de budur? Bir maymunun insan olabilmesi için hem fiziksel özelliklerinin değişmesi gerekir, hem de bu insanlara ait özelliklere sahip olması gerekir. Doğada, bir maymunu konuşturabilecek, ona resim yapma, düşünme, beste yapma yeteneğini verebilecek bir güç var mıdır? Elbette ki yoktur.

Allah insanı bu özelliklerle yaratmıştır, ama hayvanlara bu özelliklerin hiçbirini vermemiştir.

Görüldüğü gibi bir maymunun insana dönüşmesi kesinlikle imkansızdır. İnsan ilk yaratıldığı günden bu yana hep insandır. Balıklar hep balık olmuşlardır, kuşlar da hep kuştur. Hiçbir canlı bir diğerinin atası değildir. İnsanı ve tüm canlıları yaratan Allah'tır.

Evrimcilerin insanların maymundan oluştuğunu iddia etmelerinin sebebi arada fiziksel bir benzerlik görmeleridir. Oysa dünyada maymundan daha çok insana benzeyen özellikleri olan canlılar da vardır. Örneğin bu resimlerde gördüğünüz papağanlar konuşabilirler. Veya ahtapotların gözleri insanın gözüne çok benzer. Kedi ve köpekler ise sizin de bildiğiniz gibi söz dinlerler, kendilerine söylenenleri yaparlar. Biri çıkıp insanlar eskiden köpekti veya papağandı ya da daha doğrusu ahtapottu dese siz ne düşünürsünüz? İşte evrimcilerin söyledikleri yalanların da bundan bir farkı yoktur.






Gözü oluşturan 40 ayrı parça vardır ve bu parçalardan bir tanesi bile olmasa göz göremez. 

Bütün bu küçük parçalar, hiçbir şekilde tesadüfen oluşamayacak kadar ince planlanmış yapılara sahiptirler. Bunlardan tek bir tanesi bile, örneğin göz merceği olmasa göz hiçbir işe yaramaz. Dahası sadece mercek ile gözbebeğinin yerleri değişmiş bile olsa göz görevini yerine getiremez. 

Gözyaşı gibi bize çok basit gibi görünen bir sıvı bile göz için çok önemlidir. Gözyaşı salgılamayan bir göz, çok kısa bir sürede kurur ve kör olur. Hatta gözyaşı antiseptik özelliği ile gözü mikroplara karşı da korur.

Gözün bu yapısını bir arabaya benzetebiliriz. Bir arabayı oluşturan yüzlerce parça vardır. Ve bu parçaların hepsi olsa ama sadece gaz pedalı olmasa arabayı yürütemezsiniz. Veya motorundaki küçücük bir tel parçası kopsa araba çalışmaz. İşte göz de arabalar gibi tek bir bağlantısı eksik olsa veya tek bir parçası olmasa göremez. 

Evrimciler bu nedenle gözlerin nasıl oluştuğunu açıklayamazlar. Çünkü bir gözün tesadüfen oluşabilmesi imkansızdır. Düşünsenize, 40 ayrı parçanın aynı anda aynı yerde tesadüfen meydana gelerek birleşmeleri hiç mümkün olur mu? Yani gözbebeği, mercek, retina, göz kapakları, gözyaşı bezleri ve diğerlerinin tesadüfen oluşmaları ve uygun şekilde bir araya gelmeleri gerekir. Bu da imkansızdır. 


Darwin, gözü düşünmek bile istemiyordu. Çünkü göz o kadar karmaşık ve kusursuzdur ki, tesadüfen meydana gelmesi imkansızdır. Gözü Allah'ın yarattığı çok açık bir gerçektir.

Ormanda yürürken bir araba görseniz ve bu arabanın buraya nasıl geldiğini sorsanız. Size de ormandaki bazı maddelerin bir araya gelerek bu arabayı oluşturduklarını söyleseler buna inanır mısınız? Arabanın motoru, debriyajı, direksiyonu, freni, gaz pedalı, el freni, camları, kaportası, bagajı ve daha yüzlerce parçasının tesadüfler sonucunda oluştuklarını ve sonra bir araba oluşturacak şekilde birleştiklerini iddia eden birinin aklından şüphe etmek gerekir.

Göz ise arabadan daha da karmaşık ve mükemmel bir yapıya sahiptir. Öyle ise gözün de tesadüfler sonucunda oluştuğunu söyleyenlerin akıllarından şüphe etmek gerekir. 

 

İşte Darwin de gözün nasıl ortaya çıktığını açıklayamamıştır. Ve şöyle demiştir: "Gözleri düşünmek beni bu teoriden soğuttu" (Norman Macbeth, Darwin Retried: An oppcal to reason, Boston; Gambit, 1971, Sayfa 101) Teorinin kurucusu Darwin bile gözlerin mükemmel yapısı karşısında çaresiz kalmıştır.  

Ormanda dolaşırken karşınıza böyle bir araba çıksa ve bu arabanın size tesadüfen kendi kendine orada belirdiği söylense, böyle mantıksız bir şeye inanır mısınız?

.
Darwin tavus kuşunun tüylerini de düşünmek istemiyordu

Hiç kuş tüylerini incelemiş miydiniz? Kuş tüyleri kuşların uçmalarını sağlayan çok karmaşık özelliklere sahiplerdir. Her kuş türünün tüyü farklı renklere sahiptir ve bizim çok hoşumuza gider. Örneğin tavuskuşunun tüyleri o kadar güzeldir ki, insanlar hep tavuskuşu tabloları yaparlar veya kumaşların üzerine tavus kuşu tüyünün motiflerini çizerler.

Ancak kuşların ve özellikle tavus kuşunun tüylerinden hiç hoşlanmayan biri vardır. Bu kişi Charles Darwin'dir. Çünkü Darwin tüm diğer canlılar gibi tavuskuşunun tüylerinin de tesadüfler sonucunda meydana geldiğine inanmaktadır. Ama bu tüyler o kadar mükemmeldir ki, hiç kimse bu kadar mükemmel bir tüyün tesadüfen oluştuğuna inanamaz. Bunun üzerine Darwin şöyle demiştir:

"Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni rahatsız ediyor. Örneğin bir tavus kuşunun tüylerini görmek beni neredeyse hasta ediyor" .

Bizim çok hoşumuza giden tavus kuşunun tüylerini Allah yaratmıştır. Ama Darwin bu gerçeğe inanmak istemediği için hasta olduğunu söylemiştir.


VÜCUDUMUZDAKİ BİLGİ BANKASI: DNA

Size daha önce söylemiştik: İnsan vücudunda trilyonlarca hücre vardır. Ve bu hücrelerin her birinin içinde de bir insanın sahip olduğu tüm özellikler saklanmıştır. 

Peki bu bilgiler hücrenin içinde nereye saklanmıştır? İşte bundan daha önce söz etmemiştik.

Hücrelerin her birinin çekirdeğinde DNA adında bir molekül bulunur. DNA insan vücuduna ait tüm bilgileri içerir. Sizin saçınızın veya gözlerinizin rengi, iç organlarınız, dış görünümünüz, boyunuzun uzunluğu gibi tüm bilgiler DNA'nızda şifreli olarak bulunmaktadır. Bu bilgiler ise 4 farklı harf kullanılarak şifrelenmiştir; A, T, G, C. Her harf bir molekülün isminin baş harfini göstermektedir. Bu dört harf farklı şekillerde dizilerek farklı bilgileri meydana getirir. 

Bunu bir alfabeye benzetebilirsiniz. Örneğin bizim alfabemizde 29 harf vardır ve bu harflerin farklı dizilimleri ile farklı kelimeler meydana gelir. İşte DNA'daki 4 harfin farklı şekillerde dizilmesi ile farklı bilgiler oluşur. 

DNA'da çok büyük miktarda bilgi vardır. Bunun ne kadar fazla olduğunu anlamak için şöyle bir karşılaştırma yapabiliriz: Eğer DNA'daki bilgileri bir kağıda dökmemiz gerekseydi, her biri 500 sayfa olan 900 ciltten oluşan dev bir kütüphane oluşturmamız gerekirdi. Bu ansiklopedileri sığdırmak içinse bir futbol sahası uzunluğunda kütüphaneye ihtiyacımız olurdu. Ancak bu kadar çok bilgi bizim gözümüzle bile göremeyeceğimiz kadar küçük olan bir moleküle sığdırılmıştır. 

Peki bu kadar bilgiyi oraya kim yazmıştır? Ve bu kadar çok bilgiyi o kadar küçük bir yere kim sığdırabilmiştir? Evrimciler bunların hepsinin tesadüfen gerçekleştiğini söylemek zorunda kalırlar. Ama böyle bir şeyin tesadüflerin sonucunda meydana gelmesi kesinlikle imkansızdır. 

Yukarıda size kütüphane örneğini vermiştik. DNA'daki bilgiler bir futbol sahası uzunluğundaki kütüphaneyi dolduracak kadar çok ansiklopediye sığar demiştik. Siz bir kütüphane dolusu ansiklopedi görseniz, bu ansiklopedilerdeki bilgilerin tesadüfler sonucunda yazıldığını düşünür müsünüz? Yoksa çok fazla bilgili öğretmenlerin, profesörlerin mi bu ansiklopedileri hazırladıklarını, sonra bu ansiklopedilerin bir basımevinde basıldığını mı düşünürsünüz? Tabi ki doğru ve akla uygun olan ikinci seçenektir. 

Evrimcilerin DNA tesadüfen oluştu demeleri neye benzer biliyor musunuz? Bir gün birinin gelip, "basımevinde bir patlama oldu ve bu patlamanın sonucunda bu kütüphane kendi kendine oluştu" demesine benzer. 

Veya bir gün sınıftaki sıranıza oturdunuz ve masanızın üzerinde "Türkiye'nin coğrafi özelliklerinin" yazılı olduğu bir sayfa buldunuz. Bunu kim yazdı diye sorduğunuzda yanınızdaki arkadaşınız size şöyle dese: "Biraz önce bu kağıdın üstünde bir şişe mürekkep duruyordu. Ben yanlışlıkla masaya çarpınca mürekkep kağıdın üzerine döküldü ve bu yazı ortaya çıktı". Arkadaşınızın aklından şüphe ederdiniz herhalde. 

İşte evrimciler bundan daha da saçma bir şeyi iddia ederler.

Nasıl ki bir sayfa yazı bile tesadüfen kendi kendine oluşamaz, mutlaka onu yazan biri vardır. DNA gibi mükemmel bir bilgi bankası da kendi kendine tesadüfler sonucunda oluşamaz. DNA'yı yaratan üstün ve güçlü olan, her şeyi yapmaya gücü yeten, yerin, göğün ve ikisinin arasındakilerin Rabbi olan Allah'tır. 

HERŞEYİ YARATAN ALLAH'TIR

Milyarlarca bilgiyi gözümüzle bile göremeyeceğimiz kadar küçük bir yere sığdıran Rabbimiz'dir.

Bizi, ellerimizi, gözlerimizi, saçlarımızı, ayaklarımızı yaratan Allah'tır. 

Ailemizi, anne babamızı, kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, öğretmenlerimizi yaratan da Allah'tır. 

En sevdiğimiz yiyecekleri, çikolataları, pastaları, şekerleri, bize sağlık ve güç veren meyve ve sebzeleri bizim için yaratan Allah'tır. Eğer Allah bizim için onları yaratmasaydı biz hiçbir zaman çikolatanın tadını bile bilemezdik. 

Bize tat ve koku alma duyusunu veren Allah'tır. Eğer Allah bize bunları vermeseydi biz sevdiğimiz bir şeyi yediğimizde onun tadını alamazdık. Patates de yesek, pasta da yesek bizim için aynı olurdu. Ama Allah biz sevelim, hoşumuza gitsin diye hem güzel lezzette ve güzel kokuda yiyecekler yaratmış hem de bizlere onların tatlarını ve kokularını alacak duyular vermiştir. 

Hayatınız boyunca hoşunuza giden, zevk aldığınız, çok eğlendiğiniz birçok şey olmuştur. Bu bir yiyecek olabilir, bir oyun veya oyuncak olabilir, çok sevdiğiniz insanlarla birlikte bir yere gitmek olabilir. Hiçbir zaman unutmayın ki bütün bunlardan zevk almanızı sağlayan sizin Rabbiniz'dir. Allah sizi çok sevdiği için size hep güzel nimetler vermektedir. 

Her şeyden önce siz yoktunuz. Bir düşünün doğmadan önce hiçbir yerde değildiniz. Yani siz bir hiçtiniz. Sizi Allah yarattı. Siz yokken sizi var etti. 

Öyle ise hayatımızın her anı için Allah'a şükretmeliyiz. Her sevindiğimiz ve hoşumuza giden şeyde hemen Allah'ı düşünüp, bizlere bunları verdiği için "Allah'ım bunları bana verdiğin için sana şükrediyorum" demeliyiz. Eğer hoşumuza gitmeyen bir durumla karşılaşırsak da yine hemen Allah'a dua etmeliyiz. Çünkü bizi bu tür durumlardan kurtaracak olan da Rabbimizdir. 

Allah her duamızı mutlaka duyar ve karşılık verir. Çünkü Allah bizim içimizden geçirdiklerimizi, düşündüklerimizi bilir. Örneğin siz bu kitabı okurken içinizden bazı şeyler düşünüyor olabilirsiniz. Ve siz söylemediğiniz sürece düşündüklerinizi evdeki hiç kimse bilemez. Ancak Allah aklınızdan geçen her şeyi duyar ve sizi her an görür. Siz yalnız olduğunuzu sandığınız anlarda bile Allah sizi görür, ne yaptığınızı bilir. 

Bu nedenle güzel ahlaklı insanlar hiçbir zaman "nasılsa şimdi beni kimse görmüyor" diye kimse yokken yanlış şeyler yapmazlar. Yalnızken bile Allah'ın kendilerini gördüğünü ve işittiğini bilerek hep güzel davranırlar. 
 

Yandaki resimde evrim teorisinin kurucusu Darwin'in bir karikatürü var. Bu, evrim teorisinin bilim tarafından çürütüldüğü temsil eden bir resimdir. EVRİM TEORİSİ GÜNÜMÜZDE DARWIN GİBİ BÜYÜK BİR DARBE YEMİŞTİR!




 

SAAT KAÇ?
 
 
Günlük Burç