SANAT

Sanat en genel anlamıyla, yaratıcılığın ve/veya hayalgücünün ifadesi olarak anlaşılır. Tarih boyunca neyin sanat olarak adlandırılacağına dair fikirler sürekli değişmiş, bu geniş anlama zaman içinde değişik kısıtlamalar getirilip yeni tanımlar yaratılmıştır. Bugün sanat terimi birçok kişi tarafından çok basit ve net gözüken bir kavram gibi kullanılabildiği gibi akademik çevrelerde sanatın ne şekilde tanımlanabileceği, hatta tanımlanabilir olup olmadığı bile hararetli bir tartışma konusudur. Açık olan nokta ise sanatın insanlığın evrensel bir değeri olduğu, kısıtlı veya değişik şekillerde bile olsa her kültürde görüldüğüdür.

Sanat sözcüğü genelde görsel sanatlar anlamında kullanılır. Sözcüğün bugünkü kullanımı, batı kültürünün etkisiyle, ingilizcedeki 'art' sözcüğüne yakın olsa da halk arasında biraz daha geniş anlamda kullanılır. Gerek İngilizce'deki 'art' ('artificial' = yapay), gerek Almanca'daki 'Kunst' ('künstlich' = yapay) gerekse Türkçe'deki Arapça kökenli 'sanat' ('suni' = yapay) sözcükleri içlerinde yapaylığa dair bir anlam barındırır. Sanat, bu geniş anlamından Rönesans zamanında sıyrılmaya başlamış, ancak yakın zamana kadar zanaat ve sanat sözcükleri dönüşümlü olarak kullanılmaya devam etmiştir. Buna ek olarak Sanayi Devrimi sonrasında tasarım ve sanat arasında da bir ayrım doğmuş, 1950 ve 60'larda popüler kültür ve sanat arasında tartışma kaldıran bir üçüncü çizgi çekilmiştir.

 

Sanatın tanımlanması [değiştir]

Başat Biçim Görüşü

Clive Bell, 1914 yılında Cezanne'dan etkilenerek yazdığı Sanat ('Art') isimli kitabında sanatın başat biçim ('significant form') olduğunu savunmuştur. Bell'e göre her biçim bu klasmana girmez, çünkü önemli olan çizgi, şekil ve renk ilişkilerinin kendi aralarındaki kombinasyonudur. Bu görüş temsilin sanatsal beğeniye etki etmediğini söyler. Sanatı tamamen estetikle bağlantılı olarak tanımlayan bu görüş, 20.yy'da Marcel Duchamp, Andy Warhol, Josef Beuys gibi bildiğimiz anlamda estetik nesneler üretmeyen, görünümden çok kavramlara önem veren sanatçıların eserlerini kapsamadığından, bugün zamanında olduğu kadar etkili değildir.

Sanatın Duyguların Dışavurumu Olduğu Görüşü

R.G. Collingwood, 1938'da basılan Sanatın İlkeleri ('The Principles of Art') isimli kitabında sanatın temel olarak duyguların yaratıcı ifadesi veya dışavurumu olduğunu söylemiştir. Bunun yanında sanat ve zanaat arasında bir ayrım yapmıştır. Buna göre zanaat, malzemenin bir plan doğrultusunda daha önceden tasarlanmış bir son ürüne dönüştürülmesi iken sanatsal aktivite, araçlar ve amaçlar arasında, planlama ve uygulama arasında ayrım yapmayı gerektirmez. Bunun yanında bu görüşe göre, sanat herhangi bir duygunun da dışavurumu değildir. Bu duygu, ifade edildiği ana kadar açıklık kazanmamış olup, ifade edilişi onun keşfedilmesine neden olacak bir duygu olmalıdır. Bu aynı zamanda izleyiciyi de araştırmanın içine alır. Bu teori de sanat olarak kabul edilmeyen bazı aktiviteleri (örneğin bir psikoterapi seanslarını) sanattan ayırt edemediği gibi, sanat olarak kabul edilen bazı eserleri (örneğin Rönesans Döneminde, sanatçının duygularını açığa çıkarmak değil, dinsel duygular uyandırmak amacıyla yapılan resimler) kapsamadığı için, yerini değişik kuram aramalarına bırakmış, hatta tüm bu tanımlama çabalarının başarısız olması sanatın tanımının yapılmaya çalışılmasının ne kadar doğru olduğu tartışmalarını başlatmıştır.

Neo-Wittgenstein'cı Görüş

Morris Weitz'ın 1956'da, Wittgenstein'ın görüşlerinden ve şeylerin özünü bulmaya karşı direncinden yola çıkarak ortaya attığı görüştür. Weitz'a göre Fry ve Bell, Tolstoy, Croce, Collingwood gibi kuramcılar, yaptıkları tanımlarda kendi kişisel sanat görüşlerini ifade etmekten öteye gidememişlerdir. Neo-Wittgenstein'cı görüşü özetlemek gerekirse, sanat açık bir kavramdır ve tanımlanamaz. Ancak bu, Weitz'a göre felsefi açıdan bir sorun yaratmamalıdır, çünkü aile benzerliği yöntemi kullanılarak neyin sanat olup olamayacağı konusunda hükümler getirmek olasıdır.


Kurumsal Sanat Görüşü

Kurumsal sanat kuramı, Weitz'ın Neo-Wittgenstein'cı görüşünü reddederek sanatın tanımlanabileceğini ileri sürer.Bu fikir George Dickie tarafından ilk olarak 1973'te ortaya atılmıştır.

Dickie’nin ilk tanımı, Arthur Danto'nun da sanat dünyası fikirlerinden etkilenerek aşağıdaki şekilde oluşturulmuştur:

Sanat eseri:

Bilinçli olarak insan elinden veya fikrinden çıkmadır.

Belli bir sosyal kurum (sanat dünyası) adına hareket eden kişi veya kişiler tarafından, bazı kısımları hakkında fikir birliğine varılmış olunmalı, beğeni kazanmaya aday olmalıdır.

 

ortala

Yazımın başlığını; “Sanatçı kime denir?” diye mi atsaydım yoksa?.. Öyle ya; adam veya kadın daha Türkçe konuşmasını bilmiyor tam olarak, çıkmış sahneye şarkı söylüyor aklı sıra. Ondan sonra da başlıyor caka satmaya. Hele bir de kaset veya cd yapmışsa, yanına yanaşabilene aşk olsun... Böyle birine sanatçı diyelim mi şimdi biz?.. Ne boya tanır, ne de tuval. Kuş çizer, deveye benzetir. Ne Picasso tanır, ne de Rambrant. Tablolarını sergiler, hatır gönül işi birilerine pazarlar. Sorsanız ressamdır, sanatçıdır... Düğünlerde kasap havası oynanır. Köylük yerindeki delikanlılarımızın düğün eğlencelerini bir baletle mi kıyaslayalım şimdi? Oynadıkları oyuna sanat mı diyelim?.. Çoğaltabiliriz örnekleri. Sanatın her dalı için ayrı bir parantez açabiliriz. Ama bu parantezler ters parantez olur ancak... Son günlerde Fazıl Say tartışması var. Fazıl Say’ın söylediklerini bin bir türlü yorumlayanlar var. Öyleleri var ki, Fazıl Say’ı neredeyse sanatçılıktan düşürecekler. Bunların başında da Başbakan geliyor. Kürsülere çıkıp söyledikleri öylesine. 18 Aralık tarihli Sabah’ta, Özay Şendir’in bir yazısı vardı. “Orhan’a var, Fazıl’a yok” başlıklı yazısında, ünlü besteci Sibelius’un başından geçen bir öyküyü anlatmış Şendir. Sanata, sanatçıya duyulan saygıyı belirtmiş. Çok ilginçtir, hemen yanındaki bölümde “Türkçe istiyoruz” başlığıyla bir haber var. 2008 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil edecek olan “Mor ve Ötesi” topluluğunun açıklamaları yer alıyor bu haberde. TRT “Mor ve Ötesi”ni görevlendirmiş 2008 Eurovision Şarkı Yarışması için. Bir de not düşmüş; “Dil konusunda serbestsiniz.” Yani, “Mor ve Ötesi”, şarkısını hangi dilde isterse o dilde okuyabilecek yarışmada. “Mor ve Ötesi” açıklamış; “Eğilimimiz Türkçe yönünde.” Bu mantığın da açılımını yapmışlar sanatçılar(!). Bir gazeteci sormuş çünkü; “Yabancı dilde başarısız olunacağını düşündüğünüz için mi Türkçe okuyacaksınız?” Yanıtları şöyle sanatçıların(!); “Şarkı yazarlığı her zaman, her dilde aynı yetkinlikte uygulanamayabilir. Ama biz Türkçe üzerindeki hakimiyetimize inanıyoruz.” Sanatçıya bakın siz!.. Adamlar Türkiye adına katılıyor ve sorsanız Türk. Ne ki, Türkçe üzerindeki hakimiyetlerinden kuşkuları yok!.. Bunu söylüyorum işte. Sanatçı olmak bu kadar ucuz olmamalı diyorum. Sanatçı olmak, sanat kadar dilini de savunmak olmalı diyorum... Yanılıyor muyum?.. ?

SAAT KAÇ?
 
 
Günlük Burç