HAYVANLAR ALEMİ











   

    ÇOK KOCAMANNNN
       ÇOK TATLI DİMİ?




  CNMMM











İNSANOĞLU, AKLIYLA HAYVANLARDAN ÜSTÜN KABUL EDİLİRKEN HAYVANLAR DA AKILLARA DURGUNLUK VERCEK KABİLİYETLERİYLE İNSANLARI ŞAŞIRTIYOR. ATLAR, BİR AY KADAR AYAKTA DURABİLİRKEN, BİR KÖSTEBEK, BİR SAAT İÇİNDE, 45 METRE UZUNLUĞUNDA BİR TÜNEL KAZABİLİYOR.

Kutup ayılarının daha az enerji harcayarak, vücut ısılarını korumak için geliştirdikleri yöntem oldukça ilginç. Buzulların sevimli hayvanları, arka ayaklarını ön ayaklarının izine basarak yürüyorlar.

Dünyanın en hızlı koşan hayvanı leopar, ''benim'' diye atletlere taş çıkarıyor.  Leoparların hızı saatte 100 kilometreyi buluyor.


Atlar, bir ay boyunca ayakta durabiliyor. Köstebekler ise bir saatte 45 metre uzunluğunda bir tünel kazabiliyor.

Gündüzleri görme engelli olan yarasalar, zifiri karanlıkta 0.6 milimetre çapında bir teli ayırt edebiliyor. Susuzluğadayanıklı olmalarıyla bilinen develerin ise bir rakibi var. Fareler, develerden daha uzun süre susuz kalabiliyor.

 

KUŞLAR

Sinek kuşlarının kalbi, dakikada 615 kez çarpıyor. İnsanların kalbinin, dakikada
60-80 kez çarptığı göz önüne alınırsa bu kuşlar oldukça heyecanlı görünüyor.

 

Kargaların, ortalama yaşam süresi 120 yıl. Buna göre, kargalar dile gelse, tarihçilerin danışmanları hazırdı.

Dünyada en derine dalabilen kuş türü, imparator penguenler. Yiyecek aradıkları sırada, 255 metre derine dalabilen penguenler, yaklaşık 18 dakika nefessiz kalabiliyorlar.

Erkek penguenler, feministlerce ödüle layık görülecek türdenler. Zira onlar, kuluçkaya yattıkları 4 ay boyunca ağızlarına bir şey koymuyorlar.

Yine penguenlerin, biz insanların esprilerine konu olan, sarkaç biçimindeki yürüyüşlerinin de bir nedeni var. Penguenler, her adımın sonunda bir sonraki adım için enerji depolayarak, enerji tasarrufunda bulunuyorlar.

BÖCEKLER
Dünya halter şampiyonları, karıncaların yanında boynu bükük kalıyor. Kendi ağırlığının 50 katı ağırlığı kaldırabilen karıncalar, minik bedenlerinden hiç de beklenmeyen performans gösteriyorlar.

Akrepler, radyasyona karşı oldukça direnç gösteriyor. İnsan vücudunun radyasyona direnci 600 rads dolayında iken akreplerinki, 150 bin rads’a kadar çıkabiliyor.

Çöl akrebinin ayaklarındaysa kuma konan bir kelebeğin oluşturduğu titreşimleri bile hissedebilen algılayıcılar yer alıyor.

Büyüklükleri karıncalar kadar olan termitler, toprak üzerinde yüksekliği 8 metreyi bulan yuvalar yaparak, mühendislik yeteneklerini konuşturuyorlar.

EN HIZLI BALIK ORKİNOS

En hızlı yüzen balık ise orkinos. Yetişkin bir orkinos, saatte yaklaşık 90 kilometre hız yapabiliyor.

Su altında en fazla 1 saat kalabilen balinalar, normalde 90 metreye dalabilirlerken, korktuklarında 360 metre derine inebiliyorlar.

En fazla sayıda yumurta bırakan balık ise okyanus güneş balığı. Bu balıklar, bir seferde 30 milyon kadar yumurta bırakabiliyorlar.
 


 
 

 

GÖKDELEN İNŞA EDEN KÖR TERMİTLER

Termitler karınca kadar küçük böceklerdir, ama buna rağmen çok beceriklidirler. Örneğin resimlerde gördüğünüz kuleye benzeyen yüksek yuvaları bu küçücük canlılar yaparlar. Dış görünüşlerine bakarak bunların basit yuvalar olduklarını sakın düşünmeyin. Çünkü termitler yuvalarını bir plana göre yaparlar. Özel çocuk odaları, mantar üretme bölümleri ve kraliçe odası termitlerin yuvalarındaki parçalardan birkaçıdır. En önemlisi de termit yuvalarında çok özel bir havalandırma sistemi vardır. Çünkü derileri çok ince olan termitlerin nemli havaya ihtiyaçları vardır. Bunun için yuva içi sıcaklığını ve nemi belli bir oranda tutmaları gerekir. Aksi durumda termitler ölürler. Özel kanallarla havayı yuvanın içinde dolaştırarak ve yer altında açtıkları tünellerden gelen suyu kullanarak sıcaklığı ve nemi ayarlarlar.

Bunun ne kadar zor bir işlem olduğuna, bütün bunları yapmak için termitlerin pek çok şeyi aynı anda düşünerek, çok planlı hareket etmeleri gerektiğine dikkat ettiniz değil mi? Üstelik burada anlattıklarımız termitlerin yaptıkları çok sayıda işin yalnızca çok kısa bir özetidir.

Termitlerin özelliklerinden bir tanesi de yüksekliği kimi zaman 7 metreye kadar ulaşan yuvalarını çok iyi korumalarıdır. Yuvanın duvarlarında bir delik açıldığında hemen alarm verilir. Nöbetçiler başlarını duvarlara vurarak tehlike uyarısı verirler ve durumu koloninin bütün üyelerine bildirirler. Bunun üzerine larvalar korumaya alınır ve yuvanın daha güvenli bölgelerine götürülürler. Kral ve kraliçenin bulunduğu odanın girişleri de hızla örülen duvarlarla kapatılır. Yıkılan bölüm hemen asker termitler tarafından sarılır. Onları, duvarı onaracak malzemeyi taşıyan işçiler izler. Birkaç saat içinde yıkılmış olan bölümün üzeri bir yığınla kapatılır. Sonra içerideki bölmelerin inşaatı başlar. Termitler çok planlı hareket ederler ve hiç karışıklık çıkmadan herkes üzerine düşen görevi yapar.

Termitlerin çok kısa bir süre içinde bütün bunları yapabilmeleri bize aralarında kusursuz bir haberleşmenin olduğunu da gösterir. Ancak termitlerle ilgili çok daha şaşırtıcı bir bilgi vardır: Bütün bu düzeni kuran, gökdelen denilebilecek yuvalar inşa eden, yuvalarını korumak için güvenlik önlemleri alan termitler KÖR CANLILARDIR.

Bütün bunları yaparken hiçbir şey görmezler. Peki bu canlılar nasıl bu kadar becerikli olmakta, nasıl planlar kurmaktadırlar?

İşte bu gibi sorulara evrimciler "tesadüfen" cevabını verirler. Ancak bu yanlış bir cevaptır. Çünkü termitlerin yuvalarındaki düzenin tek bir parçası örneğin kurdukları havalandırma kanalları bile böyle bir sistemin tesadüfen oluşamayacağını bize kanıtlamak için yeterlidir. Yuvadaki mükemmel düzeni ve bütün işlerin karışıklık çıkmadan yürütülmesini elbette ki kör termitler kendi kendilerine de sağlayamazlar. Neler yapacakları onlara öğretilmektedir.

Allah Kuran ayetlerinde bazı hayvanlardan örnekler vererek bunlar üzerinde düşünmemizi istemiştir. Örneğin Nahl Suresi'nde balarısı örnek verilmektedir. Ayrıca ayette bizim için bal üreten arılara, neler yapacaklarını Rabbimizin öğrettiği haber verilmektedir. Ayetler şöyledir:

Rabbin balarısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)

Ayette örnek olarak verilen arılar gibi termitler de Allah'ın kendilerine öğrettiği yani vahyettiği gibi yaşarlar. Önlerini dahi görmeyen bu canlıların arasında kusursuz bir haberleşme var eden, onlara neler yapacaklarını öğreten, yuvada yaşayan milyonlarca termitin her birinin kendine düşen görevi yapmasını sağlayan Rabbimizdir.

KARINCANIN GÖZLERİNDEKİ PUSULA

 

Bulunduğumuz yerden başka bir ülkeye ya da başka bir şehre giderken yönümüzü bulmamızı sağlayacak yardımcılara ihtiyacımız vardır. Özellikle de gittiğimiz yer hiç bilmediğimiz bir yer ise mutlaka bir pusulamız, bir de haritamız olması gerekir. Harita insana nerede olduğunu, pusulaysa nereye gideceğini gösterir. Biz bunları kullanarak ve bilen kimselere danışarak yolumuzu buluruz ve kaybolmayız. Peki diğer canlıların yönlerini nasıl bulduklarını hiç düşünmüş müydünüz? Örneğin bir çölde yiyecek arayan karıncanın yuvasına her seferinde nasıl geri döndüğü hiç aklınıza gelmiş miydi?


Yandaki küçük karınca pusula kullanmadan çölde yolunu bulur. Yukarıdaki haritada ise bu karıncanın izlediği yolu görüyorsunuz.

Tunus'un Akdeniz kıyısında yaşayan siyah çöl karıncası (yandaki resimde görülen) çölde yuva yapan canlılardan biridir. Bu karınca türü ne pusula ne de harita kullanmamasına rağmen uçsuz bucaksız çölde yönünü her zaman hatasız olarak belirleyebilir ve yuvasına geri dönebilir.

Çöllerde sıcaklık sabah güneşinin yükselmesiyle birlikte 70 dereceye kadar yükselir. Karınca da çöl kumunun bu muazzam sıcağında yuvasından besin aramak için çıkar. Yuvasından başlayarak 200 metre uzağa kadar varabilen bir alanda sık sık durarak ve olduğu yerde dönerek dolambaçlı bir yol izler. Bu yolu haritada görebilirsiniz. Ancak bu zikzaklar yüzünden karıncanın kaybolacağını düşünmeyin. Çünkü karınca, yiyeceğini bulduğu anda, hemen yuvasına doğru, düz çizgi şeklinde bir yol izleyerek geri döner. Karıncanın bu yolculuğu kendi boyutları ile kıyaslandığında, bir insanın çölde 35-40 km dolaştıktan sonra başladığı noktaya dümdüz bir yoldan dönmeyi başarması gibidir. Peki karınca bir insan için neredeyse imkansız olan bu işi nasıl başarır?

Karınca, etrafındaki cisimlere bakarak yön belirliyor olamaz. Öncelikle çölde yön belirlemeye yarayacak ağaç, kaya, akarsu ya da göl gibi işaretler yok denecek kadar azdır. Her tarafta sadece kum vardır. Ki bunlar olsa da bir şey değişmeyecektir; çünkü karıncanın bunları aklında tutup, yerlerini ezberleyip sonra yön belirlemek için kullanması mümkün değildir. Bu şekilde düşünüldüğünde, karıncanın başardığı işin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Karınca bu zor işi kendisine verilmiş olan özel vücut yapısı sayesinde başarmaktadır.

Karıncanın gözlerinde özel bir yön tayin sistemi vardır. Allah'ın onun gözlerine yerleştirdiği bu sistem bütün yön bulma aletlerinden üstündür. Çünkü bizim göremediğimiz bazı ışınları görebilen karınca, bunları kullanarak çevresine baktığı anda yön tayini yapabilir, kuzey neresi, güney neresi anlayabilir. Bu sayede yuvasının ne tarafta olduğunu tahmin edebilen hayvan geri dönerken hiçbir zorluk çekmez.

Allah'ın dışında, kendileri için göklerden ve yerden
hiçbir rızka, hiçbir şeye malik olmayan ve buna
güçleri yetmeyen şeylere mi tapıyorlar? Artık
Allah'a benzerler aramaya kalkışmayın;
çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
(Nahl Suresi, 73-74)

İnsanlar ışığın özelliklerinden çok yakın bir dönemde haberdar olmuşlardır. Ancak karınca ışığın insanların bilmediği bir özelliğini doğduğu andan itibaren bilmekte ve kullanmaktadır. Şüphesiz bu karınca türünün gözleri gibi kusursuz bir yapı rastgele tesadüflerle açıklanamaz. Karıncanın ilk ortaya çıktığı andan itibaren bu özellikte gözlere sahip olması gerekmektedir. Yoksa çöl sıcağında geri dönemeyeceği için yaşaması da mümkün olmayacaktır. Tüm çöl karıncaları dünyadaki ilk günlerinden itibaren şu andaki gözlerine sahiptir. Bu gözleri onlar için üstün ilim sahibi olan Allah yaratmıştır.


KARINCA VE KUŞUN HARİKA İŞBİRLİĞİ

 

Yaşadığımız her yerde sağlığımızı tehdit eden ve bizi hasta eden mikroplar vardır. Bu mikroplar bizim için olduğu kadar diğer canlılar için de bir tehlike oluşturur. Bu nedenle tıpkı bizim gibi bu canlıların da kendilerini korumaları gerekmektedir. Zaten canlıları incelediğimizde mikroplardan korunmak için bazı yöntemler kullandıklarını görürüz. Örneğin karıncalar kendilerini korumak için bir tür asitli madde üretirler. Bu madde mikropları etkisiz hale getirir. Sonra da bu asitli maddeyi kendi vücutlarına ve yuvalarının duvarlarına sürerler. Yani sadece kendilerinin değil, yaşadıkları yuvanın da mikroplardan arınması gerektiğini çok iyi bilirler.


Küçücük canlılar olan karıncalar mikropların kendilerine zarar vereceğini bilip, ona göre önlem alırlar. Bir tür asit üretir ve mikropları etkisiz hale getirirler. Bütün bunları yapmayı karıncalara ilham eden Allah'tır.

Acaba küçücük bir karınca bütün bunları nasıl akletmektedir? Şüphesiz bu, kendi aklının ve gücünün yeteceği bir şey değildir. Bir karınca, mikrobun ne olduğunu bilmediği gibi ondan korunması gerektiğini de bilemez. Şöyle bir düşünürsek; karınca önce mikrobu tahlil etmeli, sonra da onu zararsız hale getirecek maddeyi bulmalıdır. Peki bu maddeyi nasıl tespit etmiş olabilir?

Birlikte düşünelim.

İnsanlar bazı mikroplardan korunmak için aşı olurlar, ama bu aşılar laboratuvarlarda birçok araştırma ve deneyden sonra üretilmektedir. Üstelik bütün bunları uzman kişiler yapmaktadır. Aksi takdirde aşı hiçbir işe yaramaz, hatta zarar verici bile olabilir. Karıncaların ise ne böyle bir bilgileri vardır ne de bu konuda eğitim almışlardır. Bir laboratuvara gidip araştırma yapma gibi bir durumları da yoktur. Böyle bir şeyi düşünmek bile çok mantıksızdır. Karıncaların bütün bunları bilerek dünyaya geldikleri çok açıktır.

Karıncaya bu bilgileri üstün bir güç sahibi öğretmektedir. Alemlerin Rabbi ve herşeyin yaratıcısı olan Allah karıncaya mikroplardan korunmayı ilham etmekte yani öğretmektedir.

Mikroplardan korunması gereken canlılara başka bir örnek olarak kuşları ele alalım. Mikroplar kuşlara da rahatsızlık verirler ancak onların vücutlarında karıncalar gibi koruyucu maddeler üretecek sistemler yoktur. Bu nedenle kuşlar da bu mikrop sorunlarına farklı ve çok akıllıca bir çözüm bulmuşlardır. Karıncaların yuvalarına gider ve yuvanın üzerine uzanarak karıncaların gelip tüylerinin arasına girmesini beklerler. Yemek arayan karıncalar kuşun tüyleri arasında dolaşırlar ve bu sırada mikropları öldüren madde de kuşun tüylerine bulaşır. Böylece kuş bu maddeden faydalanarak mikroplardan temizlenmiş olur. Peki kuşlar karıncaların böyle bir madde ürettiğini ve bu maddenin kendi vücutlarındaki mikropları yok edeceğini nereden bilirler?

Karıncaların böyle bir korunma sistemlerinin olduğunu insanlar birçok araştırmadan sonra keşfetmiştir. Ve hayvanlar konusunda uzman olan kişiler dışındaki birçok insan hala bu bilgiden habersizdir. Siz de büyük bir ihtimalle bu bilgiyi bu kitabı okuyunca öğrenmişsinizdir. Ancak kuşlar karıncaların bu özelliğini ilk doğdukları andan itibaren bilmektedirler. Üstelik bunu onlara öğreten biri olmamasına rağmen ihtiyaç duydukları ilk anda, karıncaları kullanarak kendilerini mikroplardan arındırabilmektedirler.

Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı
canlılarda kesin bilgiyle inanan bir
kavim için ayetler vardır.
(Casiye Suresi, 4)

Karıncanın vücudunda üretilen bir maddeyi kuşların tanımaları ve bunu nasıl kullanacaklarını bilmeleri bizi tek bir gerçeğe götürür. Bu bilgiyi her iki canlıya da öğreten Allah'tır. Allah her canlının Kendi emrinde olduğunu bir ayetinde bize şöyle bildirmiştir:

... Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir. (Bakara Suresi, 116)

KÜÇÜK MÜHENDİS KUŞLAR

 
Ağaçların üstünde ya da çatı aralarında, kimi zaman da balkonunuzun bir köşesinde kurulan kuş yuvalarını mutlaka görmüşsünüzdür. Bunlar sadece sizin tanıdığınız birkaç kuş türünün yuvalarıdır. Ama dünya üzerinde o kadar çok sayıda kuş çeşidi yaşar ve o kadar farklı yuvalar yaparlar ki, bu mutlaka üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.

Öncelikle bütün kuşlar yuvalarını bulundukları çevrenin doğal şartlarına uygun olarak yaparlar. Örneğin, deniz kenarında yaşayan kuşları düşünelim. Bu tür kuşlar yuvalarını batmayacak şekilde su yüzüne yaparlar. Kullandıkları malzeme, yuvaya verdikleri şekil hepsi özel olarak tasarlanmıştır. Böylece su yükselirse yuva ve içindeki yavrular bundan zarar görmemiş olur. Bu canlılar doğdukları andan itibaren hiçbir eğitim almadan bu yuvaları yapabilecek kabiliyetlere sahiptirler. Böyle bir şeyi zaman içinde öğrenmeleri mümkün değildir, deneme-yanılma ile yapıyor olsalar, suyun yükselmesi ile yuva batacaktır. Zaten böyle bir şey hiç olmaz çünkü ortaya çıktıkları ilk günden itibaren deniz kenarında yaşan kuşların her biri yuvalarını aynı şekilde yapmaktadırlar.


Kuşlar son derece sağlam bir şekilde ve özel seçtikleri, güvenli yerlerde yuvalarını yaparlar.

Sazlık bölgelerde yaşayan bazı kuşlar ise, yumurtaları, rüzgarın etkisiyle yuvadan düşmesin diye yuva duvarlarını yüksek yaparlar. Yumurtasını böylesine özenle koruyan bu kuş, yumurtanın düşüp kırılma tehlikesini nasıl bilmektedir? Burada kuşun son derece akılcı ve tedbirli bir davranış içinde olduğunu görürüz.

Kurak bölgede yaşayan başka bir kuş çeşidi ise yuvasını toprak üstüne değil de çalılara kurar. Çünkü buradaki sıcaklık toprağa göre 10 derece daha azdır. Toprağın ve çalıların ne kadar ısındığını ve bunların arasında bir ısınma farkı olduğunu çoğumuz bilmeyiz. Ama bu kuşlar bunu bilir ve en serin yerde yuva yaparak kendilerini ve yavrularını kavurucu sıcaktan korurlar.

Hiç düşündünüz mü; aklı ve şuuru olmayan kuşlar böyle ince detayları nasıl hesap etmektedirler?

Kuşların bu davranışları yıllarca bu konuda eğitim almış mühendislerin davranışlarına benzer. Bir ev yapılırken sağlamlığı, malzemesi ve yapılacağı yer gibi detaylar mühendisler tarafından ince ince hesaplanır ve inşaata öyle başlanır. Burada verdiğimiz 1-2 örnekte gördüğünüz gibi kuşlar da yuvalarını bir plana göre yaparlar. Ancak hiçbir araç-gerece ve eğitime ihtiyaç duymazlar. Allah'ın onlara verdiği ilhamla hareket ederek, tüm bunları kolaylıkla yaparlar. Bu kuşlar ve kuşların yaptığı işler Allah'ın kusursuz yaratmasının bir delilidir. Onlara yaptıkları herşeyi ve her davranışı ilham eden, şüphesiz herşeyin bilgisine sahip olan Allah'tır.

Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur.
Şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı
olmayan (Gani)dır, övülmeye layık olandır.
(Hac Suresi, 64)

KIŞ GÜVESİNDEKİ ISINMA SİSTEMİ
 

Kış geldiğinde, dünyanın soğuk bölgelerinde yaşayan birçok böcek türü soğuk veya yiyecek kıtlığı nedeniyle ölür. Çünkü böcekler narin canlılardır, ancak bu konuda bazı istisnalar da vardır. Örneğin Kukumav güveleri kelebeklere benzeyen, ilk bakışta çok narin görünen canlılardır. Ama aslında zorlu kış şartlarında bile yaşayabilecek kadar dayanıklı bir yapıya sahiptirler. Bu nedenle bu güveler "kış güveleri" olarak adlandırılırlar.
Kış güvelerinin de kelebekler gibi iki kanadı ve bu kanatları birleştiren bir gövdeleri vardır. Bu güve türünün uçabilmesi için, kanatlarının bulunduğu göğüs bölgesinin 30°C sıcaklıkta olması şarttır. Oysa yaşadıkları yerdekı ısı genellikle 0°C hatta bunun da altındadır. Peki kış güveleri nasıl olup da bu kadar soğuk bir yerde yaşamlarını sürdürürler? Hareketsiz kaldıklarında bu canlıların donmalarını engelleyen, soğukta uçabilmelerini sağlayan nedir?
Bu güve türü, kışın yaşamalarını sağlayan özel bir ısınma sistemi ile birlikte yaratılmıştır. Bu sistem, birbirini tamamlayan çeşitli özelliklerden oluşur.

Kış güveleri uçuş öncesinde ilk aşama olarak kanatlarına bağlı ana kaslarını sürekli kasarak kanatlarını titretirler. Kanatların hızla titreştirilmesi böceğin göğüs bölgesinin ısısının artmasını sağlar. Bu artış sayesinde göğüs bölgesinin sıcaklığı 0°C'den 30°C'ye hatta daha yüksek seviyelere kadar çıkabilmektedir. Bu, güvenin yaşaması için gerekli olan özelliklerden yalnızca bir tanesidir. Kış güvesinin vücut ısısını yükseltmesi, uçuş için tek başına yeterli değildir. Çünkü uçuş sırasında böceğin vücut sıcaklığıyla hava sıcaklığı arasındaki fark, ısı kaybına yol açacaktır. Bir bardağın içindeki sıcak çayın bir süre sonra soğuması gibi güvenin vücudu da soğuyacaktır. Dolayısıyla güvenin kanatlarını titreştirmesi bir işe yaramayacaktır. Kış güvesinin uçabilmesi, daha doğrusu yaşayabilmesi için ürettiği ısıyı koruyabileceği başka bir yönteme daha ihtiyacı vardır. İşte güvenin bu ihtiyacı da vücudunda Allah'ın yarattığı özel bir yapı ile karşılanmıştır. Güveler, ısı kaybını azaltan yoğun pulcuklarla kaplanmışlardır. Bilim adamları yaptıkları incelemeler sonucunda, pulcuklara sahip olmayan bir güvenin, pulcuklu olanlardan 2 kat daha hızlı soğuduğunu tespit etmişlerdir.

Bunlar kış güvelerindeki soğuktan korunma mekanizmalarından birkaçıdır. Saydığımız özelliklerin bu güve türünün ilk ortaya çıktığı andan itibaren var olması zorunludur. Aksi takdirde güve soğuktan ölecek ve nesli tükenecektir. Diğer bütün güve türlerinden farklı olarak soğuk bölgelerde yaşayan güve türlerinde bu özelliklerin olmasının bir tesadüf eseri olmadığını anlamak için uzun uzun düşünmeye bile gerek yoktur. Allah bu canlıların soğukta yaşamaları için her türlü tedbiri alarak bize Kendisini tanıtmaktadır. Allah bir ayetinde bütün canlıların bulundukları yeri bildiğini bize şöyle haber vermektedir:

Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)

 
 

Canlılardaki bu gibi özellikler Allah'ın gücünü ve sanatını daha iyi anlamamızı ve Rabbimize olan imanımızın ve sevgimizin artmasını sağlar. Siz de okuduğunuz bu şaşırtıcı bilgileri başkalarına anlatarak, onların da Allah'a olan imanlarının artmasına vesile olabilirsiniz.



           
 

 
SOMON BALIĞI YOLUNU NASIL BULUYOR?

 
Göç etmenin sadece kuşlara özgü olduğunu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü karada ve denizde de göç eden birçok canlı türü vardır. Bu bölümde size göç eden deniz canlılarından somon balıklarının maceralarını anlatacağız.

Somon balıklarının tamamı akarsularda, annelerinin bıraktıkları yumurtalardan çıkarak dünyaya gelirler. Birkaç hafta boyunca dünyaya geldikleri bu yerde avlanarak büyürler. Sonra içinde bulundukları ırmağın akıntısı boyunca ilerlemeye başlarlar. Denize doğru yaptıkları bu yolculukta barajlarla ve kirli sularla karşılaşırlar, kendilerini avlamak isteyen büyük balıklar gibi türlü tehlikeleri atlatmaya çalışırlar. Hepsini geçip denize ulaştıklarında burada birkaç yıl geçirirler. İyice gelişip üreme olgunluğuna erişince de geri dönüş için yeniden harekete geçerler.


Somonların dönüş yolculuğu sonunda varmak istedikleri hedef, yumurta olarak dünyaya ilk geldikleri yerdir. Ancak bunu kısa bir mesafe olarak düşünmeyin. Balığın dönüş yolculuğunda aşması gereken mesafe bazen 1.500 km'yi bulur. Bu ise aylarca sürecek yorucu bir yolculuk demektir. Balığın bu yolculuk süresince aşması gereken birçok engel vardır.

Balığın çözmesi gereken ilk, belki de en önemli problem, yumurtadan çıktıktan bir süre sonra yaptığı ilk yolculuğunda içinde gezdiği akarsuyun, denize döküldüğü yeri bulmaktır. Çünkü balık dönüş yolculuğunda izleyeceği rotayı ona göre belirleyecektir. Hiçbir somon bu konuda hataya düşmez. Denize çıktığı akarsuyun ağzını tek bir seferde bulur.


Bundan sonra bulduğu akarsuya girerek büyük bir kararlılıkla akıntıya karşı yüzmeye başlar. Bu sefer işi daha zordur, çünkü ilk seferde somon akıntının yardımıyla rahatlıkla geçtiği şelaleleri, artık tam tersi yönde yani yukarı doğru aşmak zorundadır. Resimlerde gördüğünüz somonların şelalere doğru zıplayarak yaptıkları hareketin amacı doğdukları yere ulaşmaktır. Bu yolculuk sırasında somon üst yüzgecinin su dışında kalmasına neden olacak kadar sığ sulardan geçmek zorunda kalır. Bu sığ sular ise, kendilerini avlamak için bekleyen kuşlar, ayılar ve birçok yabani hayvanla doludur.

Somon balığının üstesinden gelmesi gereken zorluklar bu kadarla da sınırlı değildir. Hatırlarsanız bu balık, karanın oldukça içlerinde, bir ırmağın herhangi bir kolunda dünyaya gelmişti. Şimdi bu yere ulaşabilmek için, nehrin yeni kollara ayrıldığı yerlerde doğru tarafa yönelmek zorundadır. Somon balıkları bu tercihlerinde de hata yapmayarak, her seferinde doğru nehri bulurlar.


Şimdi kafanızda şöyle bir sahne canlandırın: Bir şehirdeki herhangi bir evde dünyaya gelip burada büyüyorsunuz. Biraz büyüyünce de evi terk edip, dolaşa dolaşa günlerce yol alıp, buradan 1.500 km kadar uzağa gidiyorsunuz. Aradan seneler geçtikten sonra doğduğunuz eve dönmek istiyorsunuz. Sadece bir kere geçtiğiniz sokakları tek tek hatırlayıp eve dönebilmeniz sizce mümkün müdür? Hiçbir insan bunu yapamaz ancak somon balıkları bu zor işi başarırlar ve yönlerini hep doğru olarak bulurlar.

Somon balıklarının bu şaşırtıcı yolculuğu nasıl gerçekleştirdiğini anlamak amacıyla çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalardan, somonun yolunu "koklayarak" bulduğu sonucuna ulaşılmıştır.

 
Somon balıkları özel yapılı burunları sayesinde, suyun içindeki kokuları tıpkı bir av köpeği gibi kaynağına kadar takip edebilirler. Her akıntının kendine has bir kokusu vardır. Genç somon yolculuğa ilk başladığında bu kokuları tek tek hafızasına almaktadır. Dönüşte de hafızasındaki bu kokuları kullanarak doğduğu yere gelmektedir.

Bu olağanüstü olay nasıl gerçekleşmektedir? Doğan her somon balığı nasıl olup da yolunu hiç şaşırmadan bulmaktadır? Neden bütün somonlar canlarını tehlikeye atarak, şelaler aşıp, vahşi hayvanlarla mücadele ederek doğdukları yere geri dönmeye çalışmaktadır? Üstelik bunu kendileri için değil sadece yumurtalarını bu sulara bırakmak için yapmaktadırlar.

Bütün bu soruların tek bir cevabı vardır: Somon balığı ve onun yönünü tayin etmesini sağlayan sistemleri yaratan sonsuz ilim sahibi olan Allah'tır. Somonlar da diğer tüm canlılar gibi Allah'tan aldıkları ilhamla hareket etmekte ve bu şekilde Rabbimizin yaratmasındaki üstünlüğü gözler önüne sermektedirler.
Somonların yumurtlamak için kendi hayatlarını tehlikeye atarak binlerce kilometrelik yol gitmesi, aynı zamanda -size kitabın başında bahsettiğimiz- evrim teorisini yalanlayan delillerden biridir.


Evrimciler doğadaki canlıların sürekli birbirleri ile kavga halinde olduklarını ve bu kavganın sonunda da güçlü olanın hayatta kaldığını iddia ederler. Ancak canlılar arasında, evrimcilerin iddiasının tersine sürekli bir yardımlaşma vardır. Anne ve baba hayvanlar yavruları için kendi canlarını tehlikeye atmaktadır. Hatta ilerleyen sayfalarda vereceğimiz örneklerde de göreceğiniz gibi birlikte yaşayan ve birbirlerine fayda getiren ama farklı türlerde olan canlılar vardır. Somonlar da yavruları için fedakarlık yapan canlılardan yalnızca bir tanesidir. Yumurtlamak için göç eden ve doğdukları yere ulaşmayı başaran çok az sayıdaki somon yumurtladıktan hemen sonra ölecektir. Buna rağmen asla yolculuklarından vazgeçmezler. İşte evrim teorisi somonlarda gördüğümüze benzer fedakarca davranışları hiçbir şekilde açıklayamaz. Oysa gerçek açıktır. Somonları yaratan Allah'tır ve bu canlılar da Rabbimizin kendilerine ilham ettiği davranışları yerine getirmektedirler. Düşünen insanlar hayvanların bu gibi davranışlarından öğüt alırlar. Bunu Allah bir ayetinde bize şöyle hatırlatmaktadır:

Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler (dersler) vardır… (Nahl Suresi, 66)


BALIKLARIN YÜZME TEKNİĞİ


Balıkların suda ne kadar kıvrak ve hızlı hareket ettiklerine hepiniz şahit olmuşsunuzdur. Balığın yüzebilmesi için ekstra bir hareket yapmasına gerek yoktur, bunun için kuyruğunu sağa sola sallaması yeterlidir. İşte balıkların suyun içindeki bu rahat hareketleri kıvrak omurgaları ve vücutlarındaki bazı sistemler sayesinde gerçekleşir.
Balıklar, yüzerken büyük miktarda enerji harcarlar. Bunun nedeni suda uzun süre yüksek hızda yüzmeleri değildir. Balıklar, durgun halde iken aniden yüksek hızlara ulaşabilmek için çok fazla enerjiye ihtiyaç duyarlar. Ani hızlanabilmek onlar için çok önemlidir; çünkü avcılardan kaçabilmek için buna ihtiyaçları vardır.

Üstelik balıklar suyun içinde çoğu zaman akıntıya karşı hareket etmektedirler. Siz kendinizin suyun içindeyken ne kadar zor hareket ettiğinizi, yolda yürürken ise ne kadar kolay hareket ettiğinizi düşünün. Ve bu şekilde suyun içinde yaşamak ile yeryüzünde yaşamak arasındaki farkı karşılaştırın.

Balıkta böyle bir gücün ortaya çıkmasını sağlayan omurgasının ve kaslarının özel yapılarıdır. Omurga balığın vücudunun dik durmasını, ayrıca yüzgeçlerin ve kasların kendisine bağlanmasını sağlayacak bir yapıya sahiptir. Eğer böyle olmasaydı balıkların suda hareket etmeleri imkansız hale gelirdi. Ancak yalnızca omurgasının özel biçiminin olması bir balığın yüzebilmesi için yeterli değildir. Çünkü balığın su içindeki tek hareketi ileri geri değildir, eğer bir balık su içinde aşağı yukarı da hareket edemezse yaşayamaz. Bu hareketi de balık başka bir vücut sistemi ile başarır. Balıkların vücutlarında hava keseleri vardır. Bu keseleri hava ile doldurarak balıklar derinlere inebilir veya havayı boşaltarak su yüzeyine doğru çıkışa geçebilirler.


Peki şunu hiç düşündünüz mü: Balıklar sürekli su içinde olmalarına rağmen nasıl olup da zarar görmemektedirler? Biz suyun içinde belli bir süre kaldıktan sonra derimiz bu durumdan etkilenmeye başlar, bu süre uzarsa cildimiz zarar görür. Oysa balıklarda böyle bir şey olmaz. Çünkü balıkların üst derisinde sert parlak bir tabaka vardır. Bu tabaka suyun vücuda girmesini engeller. Eğer bu tabaka olmasaydı, balığın vücudu zarar görecek, hatta içeri su girmesi nedeniyle dengesi bozulacak ve balık da ölecekti. Ancak bunların hiçbiri olmaz ve balıklar suyun içindeki yaşamlarını sürdürürler.

Yeryüzündeki bütün balık türleri bu özelliklerin tamamına eksiksiz olarak sahiptir. Günümüzden çok daha önce yaşamış balıklarda da bunların hepsi vardır. Balıklar milyonlarca yıldır hiç değişmemişler, hep aynı mükemmel yapıya sahip olmuşlardır. Bunu, milyonlarca yıl öncesinde yaşamış balıklardan günümüze gelen kalıntılarda görmek mümkündür. Fosil denen bu kalıntılarda balıkların geçmişte de yine bugünkü ile aynı oldukları, hiç değişmedikleri açıkça belli olmaktadır. Bu durum bize balıkların bir anda ortaya çıktıklarını gösterir. Yani balıklar yaratılmışlardır. Balıkların sahip oldukları bütün özellikleri onlara veren, evrendeki herşeyi yaratan Allah'tır. Allah bütün canlıların ihtiyaçlarından haberdar olandır.

MACAWLARIN KİMYA BİLGİLERİ NEREDEN GELİYOR?

 

Bazı bitkilerin tohumları zehirlidir. Bu onları yemeye çalışan düşmanlarına karşı etkili bir korunma yöntemidir. Ancak Amerika'da yaşayan bir çeşit papağan türü, zehirli olmalarına rağmen bu tohumlar ile beslenmeyi başarır. Papağanın bu davranışı çok hayret vericidir. Çünkü diğer canlılar tohumlara yaklaşamazken ısrarla zehirli tohumları yiyen bu kuşlara hiçbir şey olmamaktadır. Bu şaşırtıcı olayın nasıl gerçekleştiğini siz de merak ettiniz değil mi?

Macaw adı verilen bu papağan türünün nasıl olup da zehirlenmediği bilim adamlarının da dikkatini çekmiştir. Kuşları gözlemleyen bilim adamları çok ilginç bir olaya şahit olmuşlardır.

Macawlar besleyici değeri yüksek olan bu zehirli tohumları yedikten hemen sonra bir kayalığa doğru uçarlar. Oraya vardıklarında burada bulunan bazı killi kaya parçalarını kemirip yutarlar. Bu, rastgele yapılan bir hareket değildir. Killi kaya parçalarının özelliği, tohumların içindeki zehri emmeleridir. İşte bu sayede kuş, herhangi bir rahatsızlık hissetmeden tohumları sindirebilmektedir.

Bu hayvan, tohumun zehirleyici etkisini teşhis edecek tıp bilgisine nasıl sahip olmuştur? Peki bu etkiyi nasıl ortadan kaldıracağını nereden bilmektedir? Zehri etkisiz hale getirecek bir maddenin killi kayaların içinde bulunduğunu bilmesini sağlayacak kadar eczacılık eğitimi almış olabilir mi? Elbette ki bunların hiçbiri olamaz.

Macaw denen papağan türünün resimde görüldüğü gibi killi kayalar yediklerini bu kitapta okudunuz. Eğer bu resmi kitabı okumadan önce görmüş olsaydınız kuşların davranışları sizi çok şaşırtırdı hatta ne yaptıklarını anlamayabilirdiniz. Ancak şimdi Macawların neden kil yediklerini biliyorsunuz. En önemlisi de bunu yapmalarını onlara Allah'ın öğrettiğini biliyorsunuz. Bu öğrendiklerinizi başkalarına da anlatın ve onların da Allah'a olan imanlarının artmasını sağlayın.

Bir insan tohumların zehirli olup olmadığını bakarak anlayamaz. Tohumun zehrini nasıl etkisiz hale getireceğini ise tahmin bile edemez. Bunun için ya bir eğitim almış olması ya da bilen birilerine danışmış olması şarttır. Bu durumda hiçbir akla ve şuura sahip olmayan bir kuşun, uzun kimyasal tahlil ve incelemeler sonucunda böyle bir şeyi keşfettiği elbette ki söylenemez. İnsanların uzun süren bir uzmanlık eğitiminden sonra ulaştığı bilgilere, Macawların tesadüfen ulaşması da imkansızdır. Bu bilgiyi Macawlara herşeyi kusursuz olarak yaratan ve herşeyi bilen Allah öğretmiştir.

ÖRÜMCEK AĞLARINDAKİ MÜHENDİSLİK
 

Hemen her yerde görebildiğimiz örümcek ağlarının şekillerine hiç dikkat etmiş miydiniz? İplikçiklerini kendilerinin ürettiklerini ve bu iplikçiklerin çok şaşırtıcı özelliklerinin olduğunu biliyor musunuz? Ya da bahçe örümceklerinin ağ kurmada kullandığı tekniklerin inşaat mühendislerinin kullandığı son tekniklerle aynı olduğunu duymuş muydunuz?
Örümcekler ağlarını kurmak için iki farklı yere ihtiyaç duyarlar. Ağlar genellikle iki duvarın birleştiği bir köşe ya da iki dal arasında kurulur. Ancak bazı örümcekler tek bir yüzeyi kullanarak ağlarını yapacak kadar ustadırlar. Örümceğin ağını kurması ise mükemmel bir gösteridir. Şimdi anlatacaklarımızı gözünüzde canlandırmaya çalışın.
Örümcek, ağını kurmak için yeterince uzun, esnek bir dal tespit ederek işe başlar. İplikçiğini önce dalın ucuna sıkıca yapıştırır. Bir yandan dalın aşağı tarafına doğru yürürken diğer yandan da iplikçik salgılamaya devam eder. Belirli bir uzaklığa gelince durur ve iplikçik salgılamayı keser. Salgıladığı iplikçiği kuvvetli bir biçimde kendine doğru çekmeye başlar. Bunun sonucunda dal bir yay gibi bükülür. Örümcek yaydaki bir tel gibi dümdüz hale gelmiş olan iplikçiğin diğer ucunu bulunduğu yere sıkıca yapıştırır. Daha sonra bu yayın içinde ağını örmeye başlar.


Şimdi düşünün. Aralarında 2 metre mesafe olan iki duvar arasına 2,5 metre uzunluğundaki bir ipi gergin olarak tutturmanız gerekse ne yapardınız? Siz bunu düşünürken biz bir tür bahçe örümceğinin bu problemi nasıl çözdüğünü anlatalım:

Bahçe örümceği bazen ağını aralarındaki açıklığın çok fazla olduğu iki dal arasında kurar. Böyle ağlar oldukça büyük olduğundan av yakalama kapasiteleri de büyüktür. Ne var ki ağın büyük olması zamanla gerginliğinin azalmasına neden olur. Bu da, av yakalamadaki başarının azalması demektir. Bu durumda örümceğin bir çözüm üretmesi gerekmektedir. Ağın gerginliği azaldığında örümceğin yeni bir ağ yaptığını düşünmüş olabilirsiniz. Ancak hayır, örümcek, ağı yenilemek yerine son derece şaşırtıcı başka bir iş yapar: Ağın merkezine gelerek buradan yere kadar uzanan bir iplikçik salgılar. İplikçiğin yere yakın olan ucuna da minik bir taş tutturur. Ağa geri döner ve iplikçiği çekerek taşın yerden yukarı kalkmasını sağlar. Örümcek, taş havada iken bağlı olduğu iplikçiği, ağın ortasına yeniden sıkıca tutturur. Sonuçta ağ, ortasından sarkan bu taşın kendisini aşağı doğru çekmesi nedeniyle gerilir.

Sizin aklınıza böyle bir çözüm büyük bir ihtimalle gelmezdi. Sadece sizin değil, inşaat bilgisi olmayan daha pek çok insanın da aklına böyle bir çözüm gelmezdi. Ancak örümcekler bu tekniği bilmekte ve uygulamaktadırlar. Peki örümcek böyle üstün bir tekniği nereden bilmekte ve nasıl başarıyla kullanabilmektedir? Üstelik milyonlarca yıldır her örümcek aynı teknikle ağlarını örmektedir. Örümceğin böyle bir tekniği kullanabilmesi için, bunu kendine ilham eden bir "irade sahibine" ihtiyaç vardır. Çünkü bu irade örümceğin kendisine ait değildir. Bu iradenin sahibi, herşeyin sahibi olan, herşeye gücü yeten, bütün canlıları yönlendiren, yapmaları gereken işleri onlara ilham eden Allah'tır.


İLGİNÇ BİR CANLI: NAUTILUS

 
Denizaltıları hepiniz televizyonlarda ya da gazete ve dergilerde görmüşsünüzdür. Oldukça derinlere dalarak fark edilmeden hareket edebilen bu teknolojik makineler, ülkelerin güvenliğini sağlamada ve bazı bilimsel araştırmalarda kullanılırlar. Denizaltıların çalışma sistemi ise şöyledir: Denizaltılarda bulunan özel dalış tankları suyla dolunca gemi sudan daha ağır hale gelir ve dibe dalar. Eğer tanktaki su, basınçlı hava ile boşaltılırsa, denizaltı tekrar su yüzüne çıkar.


Çok uzun zaman önce yaşamış olan bir fosil Nautilus (altta) ve günümüzde yaşayan Nautilus arasında hiçbir fark olmadığına dikkat ettiniz değil mi?

Şimdi size denizaltılardaki bu sistemi kullanarak hareket eden çok ilginç bir canlıyı tanıtacağız. Bu canlı Nautilus'tur. Nautilus kabuklu bir deniz hayvanıdır ve denizaltılar gibi suya dalar. Nautilus'un vücudunda 19 cm çapında resimde de gördüğünüz gibi salyangoz kabuğu biçiminde bir organ vardır. Bu organda birbiriyle bağlantılı 28 tane "dalış hücresi" bulunur. Bu dalış hücreleri denizaltılardaki ile aynı mantıkta işler, yani Nautilus'un basınçlı havaya ihtiyacı vardır. Bu hava denizaltılarda özel bir sistem kurularak sağlanır, mühendisler bu sistemi denizaltının gerekli bölgelerine yerleştirmişlerdir. Peki ama, Nautilus suyu boşaltmak için gerekli olan bu basınçlı havayı nereden bulur?

… Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır.
Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?
(Enam Suresi, 80)

İşte bu sorunun cevabı bize Allah'ın yarattığı olağanüstü özelliklerden birini daha tanıtır. Nautilus'un vücudunda özel bir gaz üretilir. Bu gaz kan dolaşımı ile hücrelere aktarılarak hücrelerden suyun çıkması sağlanır. Bu şekilde Nautilus avlanırken, düşmanlarından kaçmak için daha derine inebilir veya yüzeye çıkabilir. Hatta Nautilus'un dalma kapasitesi denizaltılar ile karşılaştırılmayacak kadar fazladır. Bir denizaltı sadece 400 metre dibe dalabilirken, Nautilus için 4.000 metre derinliğe dalmak son derece kolaydır.

Bu ilginç deniz altı canlısında yaratılmış olan özel sistem bizim düşünmemiz içindir. Şimdi birlikte düşünelim. Nautilus bu sisteme tesadüfen sahip olabilir mi? Gaz üretmesini sağlayacak vücut yapısını kendi kendine elde edebilir mi? Üstelik Nautilus'un tek özelliği bu değildir. Deniz altında yoğun bir basınç vardır. Derine daldığınızda kulaklarınızda hissettiğiniz tıkanma ve baskı hissinin nedeni bu basınçtır. Ancak size etki eden çok düşük bir basınçtır, derine doğru inildikçe basınç artar ve belli bir derinlikten sonra canlılar üzerinde öldürücü etkilere neden olur. Nautilus ise çok küçük olmasına ve kendisini koruyacak yalnızca dış kabuğu olmasına rağmen, kimi zaman tonlarca yük ağırlığında olabilen bu basınçtan etkilenmez.

Açıkça görülmektedir ki, Nautilus'taki bütün özellikler özel olarak tasarlanmıştır. Bu canlının deniz altındaki tonlarca yüke dayanacak bir vücut tasarımını kendi kendine yapması asla mümkün değildir. Böylesine üstün bir tasarım ancak herşeyi, örnek almaksızın kusursuzca yaratan Allah'ın eseridir. Allah bir ayetinde insanları şöyle düşünmeye çağırmaktadır:


Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi,17

FİZİK KURALLARINI BİLEN KELEBEKLER
 

Kelebeklerin görünümlerini herkes çok beğenir. Renkli kanatları, zarif uçuşları ile canlı birer süs gibi olan bu canlılar, Allah'ın bizim için yarattığı güzelliklerden biridir. Ancak elbette ki kelebeklerin tek özellikleri süslü dış görünüşleri değildir. Oldukça kısa ömürlü olan bu canlılar kimi zaman birer uzman gibi hesaplamalar yaparlar. Örneğin uçmak için -daha önce anlattığımız güvelerde olduğu gibi- kelebeklerin vücudunun belli bir sıcaklıkta olması gerekmektedir. Bunun için kelebeklerin neler yaptıklarını birlikte inceleyelim:

Colias kelebeği adı verilen bir tür, vücut sıcaklığı 28 dereceden düşük olduğunda uçamaz. Bu durumda kelebek hemen kanatlarını açar ve sırtını Güneş'e dönerek güneş ışınlarını dik alacak şekilde durur. Kelebek yeterince ısınıp vücut ısısı 40 0C kadar çıktığında kendi etrafında 90 derece döner. Böylece güneş ışınlarını yatay alır hale gelir. Bu hareket ile güneş ışınlarının ısıtıcı etkisi en aza indirilmiş olur. Dolayısıyla kelebeğin vücut ısısı düşmeye başlar.
Ayrıca bu cins kelebeklerin kanatlarında siyah lekecikler bulunur. Bu lekeler de ısıyı kelebeğin vücudunda toplamaya yarar. Ancak lekelerin bulunduğu yer herhangi bir yer değildir. Bunlar vücudun en çok ısınmaya ihtiyaç duyduğu yerlere yakın olarak yerleştirilmiştir. Bu tasarım sayesinde kanatlardaki çabuk ısınan lekeciklerden diğer bölgelere yapılacak olan ısı nakli kolaylaşır. Çünkü ısıyı aktarmak için aşılması gereken mesafe kısalmıştır.

Bir başka kelebek cinsi de vücut ısısını artırmak için benzer bir yöntem kullanır. Mercekleri hepiniz bilirsiniz. Kimileri cisimleri büyük göstermek için kullanılır, kimileri de küçük. Örneğin gözlük camları birer mercektir. Güneş ışığına tutulan mercek ise ısıyı belli bir noktada toplamaya yarar. Hatta bu yöntemle ateş yakmak bile mümkündür. Pieris cinsi kelebek ise kanatlarını öyle bir açıda ayarlar ki, tıpkı bir mercekteki gibi tüm ışınları vücudunun en çok ısınması gereken bölgelerinde toplayabilir.

Şüphesiz bu kelebekler hayatlarının hiçbir döneminde fizik ya da başka bir konuda eğitim almamışlardır. Merceğin ne gibi özelliklerinin olduğunu da bilmezler. Hangi açının güneş ışınlarını daha verimli alacağından da haberdar değildirler. Kelebeklere en verimli şekilde ısınmak için neler yapmaları gerektiğini ilham eden, herşeyi koruyan ve gözeten Allah'tır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

... Allah herşeyi gözetleyip denetleyendir. (Ahzab Suresi, 52)

 
 
NÖBETÇİ BABA YAYIN BALIĞI
 

Balıkların yuva yaptıkları ve yavrularını sürekli bir koruma altına aldıkları pek bilinmez. Bu yuvalar genellikle çakılların veya kumun içinde açılan bir çukur şeklindedir. Yumurtalar bir süre bu açık yuvalarda gelişirler. Bu sırada anne ve baba balıklar yavrularını düşmanlarından korumak için nöbet tutarlar.
Yayın balıkları da yavrularını özel olarak koruyan canlılardandır. Dişi yayın balıkları yumurtalarını sığ sulardaki bitkilerin ve kamışların diplerine bırakırlar. Yumurtalar bitki köklerine yapışarak tutunur. Bir süre sonra dişi balık yumurtaların yanından ayrılır. Artık görev sırası erkek yayın balığına gelmiştir. Erkek balığın görevi yumurtaların yanında kalıp nöbet tutmaktır. Bu nöbet yavrular tamamen büyüyünceye kadar yani 40-50 gün boyunca devam eder.

Ayrıca erkek balık solungaçlarının yardımıyla çıkardığı homurdanmaya benzer bir sesle yumurtalara zarar vermek isteyen diğer balıkları oradan uzaklaştırır. Bu sesin diğer balıkları korkutacağını ve o ses nedeniyle oradan ayrılacaklarını bilmektedir.


Erkek yayın balıklarına yavrularını bu şekilde korumalarını emreden Allah'tır. Bu balık da diğer bütün canlılar gibi, sadece Allah'ın ilhamıyla hareket etmekte ve soylarının devamını sağlamaktadır.

IŞIK SAÇAN CANLILARIN ÖZELLİKLERİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

 
Geceleri ağaçların üzerinde hareket eden ışıkları hiç gördünüz mü? Kimi zaman bir ağacı kaplayacak kadar çok olan bu ışıklar ateş böcekleridir. Ateş böcekleri ışık saçan canlıların en bilinenleridir. Gece karanlığında ağaçları aydınlatan ateş böcekleri bilim adamlarının üzerinde en çok araştırma yaptığı canlılardan biridir. Bunun nedenini biraz sonra detaylı olarak inceleyeceğiz. Ancak öncelikle bu canlıların ışığı nasıl kullandıklarından bahsedelim.

Ateş böcekleri vücutlarının içinde yeşil-sarı ışıklar üretirler. Işık, ateş böcekleri için haberleşme aracıdır. Işıkları ile çiftleşme mesajı verirler ya da düşmanlarına karşı savunma amaçlı bu ışığı kullanırlar. Düşmanları ateş böceklerinin tatlarının kötü olduğu mesajını ışıklara bakarak anlar ve onları yemekten vazgeçerler.

Bu böceklerin en önemli özellikleri ise ışıktan en çok verimi elde etmeleri ve neredeyse hiç enerji kaybetmemeleridir. Ateş böcekleri, bu özellikleri nedeniyle yıllardır bilim adamları için araştırma konusu olmuşlardır. Ancak sürdürülen tüm araştırma ve çalışmalara rağmen insanlar ateş böceklerinin ürettikleri kadar verimli bir ışık henüz üretememişlerdir.

Bir canlının ışık üretebilmesi, aynı zamanda da bu ışığın ısısından etkilenmemesi çok şaşırtıcıdır. Bunun nedenini şöyle açıklayabiliriz. Yanan lambaların ışığın yanında ısı da saçtığını siz de fark etmişsinizdir. Yanan bir ışık kaynağını örneğin bir ampulü ellemeye kalksanız, elinizin yandığını hissedersiniz. Bu durumda aklınıza nasıl olup da ateş böcekleri bu sıcaklıktan dolayı zarar görmüyorlar diye bir soru gelmiş olabilir. İşte şaşırtıcı olan da budur. Işık üreten canlılar kendi ürettikleri sıcaklıktan hiç etkilenmezler. Çünkü ışık saçan canlıların ürettikleri ışık, bizim aydınlanmak için kullandıklarımızdan tamamen farklıdır. Bu ışığa soğuk ışık denmektedir ve bu tür ışık üretiminde dışarıya ısı verilmez. Bu nedenle bu tür ışık üretimi çok verimlidir. Bilim adamları da yıllardır bu ışık türünü taklit etmeye çalışmaktadırlar.

Ateş böceklerinin yanı sıra çeşitli deniz altı canlıları, böcekler ve daha pek çok canlı türü de kendi ışıklarını kendileri üretirler. Her birinin ışığı üretim şekilleri, kullanım alanları, süreleri ve üretilen ışığın cinsi gibi özellikleri birbirinden çok farklıdır. Ve her biri ayrı birer harikadır.
Bu canlılara ışık üretebilecekleri sistemleri veren, bu sistemlerin devamlılığını sağlayan ise elbette canlıların kendileri değildir. Tesadüfler sonucunda ışık üretebilecek bir sistemin canlının bedeninde meydana gelmesi mümkün değildir.

Üstelik bu üretimi yaparken canlının kendine hiçbir zarar vermeyecek kadar mükümmel bir yapının ortaya çıkması da mümkün değildir. Işık saçan tüm canlılar Allah'ın üstün yaratma sanatının delillerindendir. Allah sonsuz bilgi, akıl ve kudretinin delillerini, yarattığı canlılar vasıtasıyla bizlere tanıtmaktadır. Aynı zamanda insanlara, ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, doğadaki bu kusursuz mekanizmaları Rabbimizin dilemesi dışında var etmeye güçleri yetmeyeceğini hatırlatmaktadır.
 
 

IŞIK ÜRETEN DENİZALTI CANLILARI

 

Resimlerde gördüğünüz bu canlılar kapkaranlık olan derin denizlerde Allah'ın onlara verdiği ışık saçma özellikleri sayesinde yaşamlarını sürdürürler.
Resimlerde gördüklerinize benzer pek çok deniz altı canlısı da ateş böcekleri gibi ışık üreten sistemlere sahiptir. Genellikle de ışıklarını düşmanlarını şaşırtmak ya da korkutmak için kullanırlar. Bu canlıların hemen hepsinin sırtında tıpkı kumaşlardaki dikiş yerine benzeyen şeritler halinde yerleştirilmiş, ışık üretebilen hücreler bulunmaktadır. Şimdi bu canlıların genel özelliklerini tanıyalım:

Bunlardan bir tür, görünüm olarak denizanalarına benzeyen canlılardır. Genellikle gözle görülemeyen bitkiler ve küçük deniz hayvanları ile beslenirler. Bazıları avlarını tıpkı balık oltası gibi suda hareket eden yapışkan dokunaçları ile yakalar. Bir başka türün ise çok geniş bir biçimde açılabilen, pek çok canlıyı yutabilen bir ağzı vardır. Vücudunda sıra halinde ince tüyler bulunur ve hayvan bu tüylerini suda kendini ileri doğru itebilmek için kullanır.

Işık saçan canlı türlerinin de kendi içlerinde ilginç özellikleri vardır. Örneğin kırmızı türleri dokunulduğunda parlar. Aynı zamanda suya parıldayan, ışıklı taneler bırakabilir. Bu, düşmanlardan kurtulmak için kullanılan bir şaşırtma yöntemidir.

Denizyıldızları, denizkestaneleri, tüylü yıldızlar gibi canlılar ise "dikenli hayvanlar" olarak adlandırılır. Bu hayvanların birçoğunun derisi savunma amacıyla kullandıkları keskin dikenlerle kaplıdır. Deniz kıyılarında, mercan kayalıklarında ve deniz yataklarında yaşarlar. Bu canlılar da düşmanlarından korunmak için kendi ışıklarını üretirler. Parlak kollara ya da omurgalara sahip olan bu canlılar bir saldırıya uğradıklarında suda ışık bulutları oluşturabilirler.

 

"Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi
O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar.
Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur;
bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en
yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır,
hüküm ve hikmet sahibidir."
(Rum Suresi, 26-27)


Işık üreten deniz altı canlılarının en ilginç özellikleri ise ışıklarını, yanıltmak için kullanmalarıdır. Bu konuda örnek olarak bir denizyıldızı türünü verebiliriz. Bu denizyıldızı denizin yaklaşık 1.000 m dibinde yaşamaktadır. Kollarının ucundan parlak yeşil-mavi ışıklar saçar. Işıklı uyarısı düşmanlarına kötü bir tadı olduğunu bildirmek içindir. Yine başka bir denizyıldızı türü ise kendisine saldırıldığında parlamaya başlar ve düşmanı uzaklaştırmak için kollarından birini düşmana doğru fırlatır. Kopan kol beyaz ışık saçmaya devam eder ve düşmanın dikkati kola yönelir. Denizyıldızı da bu sırada kaçabileceği kadar vakit kazanmış olur.

Burada verdiğimiz birkaç örnekte de görüldüğü gibi canlılardaki ışık üretme mekanizmaları da Allah'ın yaratışındaki muhteşemliği bize göstermektedir. Burada söz ettiğimiz canlılar, suyun altında yaşayan, çoğu zaman vücutlarının çoğu sudan oluşan, bir akla ve bilince sahip olması mümkün olmayan canlılardır. Ama her biri okuyanları hayrete düşürecek, harika özelliklere sahiplerdir. Bu da bize göstermektedir ki; Allah hiçbir örnek edinmeksizin yaratandır. Bu örnekler Allah'tan başka ilah olmadığını, Allah'ın herşeyin yaratıcısı olduğunu anlamamız içindir. Bu gerçeği anlayan kişi Allah'ın sınırsız gücünü de anlayacak ve yaşamını yalnızca Allah'ı hoşnut edecek şekilde geçirmek için çalışacaktır.
Unutmayın ki Allah bir ayette Kendisinden başka ilah edinmeye kalkışanların yapayalnız kalacaklarını bildirmekte ve şöyle buyurmaktadır:

Allah ile beraber başka ilahlar edinme, yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız ve yardımcısız) bırakılmış olursun. (İsra Suresi, 22)

PAPAĞAN BALIĞININ UYKU TULUMU

 
Resimde gördüğünüz balığın adı -sizin de fark ettiğiniz nedenden yani papağana benzemesi yüzünden- papağan balığıdır. Rengarenk bir görünümü olan bu balık, düşmanlarından korunmak için çok farklı bir yöntem kullanır. Özellikle geceleri kendi ürettiği jelatin benzeri bir madde ile tüm vücudunu kaplar. Aklınıza gelen "neden?" sorusunun cevabını vermeden önce bu maddenin nasıl üretildiğine ve kullanıldığına bir bakalım.

Papağan balığının kılıfı balığın solungaç boşluğunun üst kenarında bulunan bir yerden salgılanır. Balık bu işlemi nefes alıp verirken yapar. Bir süre sonra bu kılıf, balığın tüm vücudunu sarar. Bu sayede balık kendini bir nevi uyku tulumunun içine sokmakta ve gece olduğunda kendisini dış etkenlere karşı koruyabilmektedir. Bu madde aynı zamanda balığın kamuflaj yaparak gizlenmesini de sağlar. Şeffaf uyku tulumunun en önemli fonksiyonu da balığı en büyük düşmanlarından olan müren balıklarına karşı korumaktır. Mürenler olağanüstü hassas bir koku alma yeteneğine sahiptirler ve avlarını bu yetenekleri sayesinde bulurlar. Fakat papağan balığının koruyucu kılıfı sayesinde müren balığı, onun kokusunu alamaz. Hatta yanından geçerken kılıfın içindeki balığa çarpsa bile onu fark edemez.

Bu durumda şunu düşünmek gerekir: Papağan balıkları geceleri kullandıkları bu koruyucu kılıfı nasıl elde etmişlerdir? Baş düşmanları olan müren balıklarının koklayarak avlandığını nereden bilmektedirler? Mürenlerin kuvvetli koku alma duyusunu durdurabilecek ve geceyi rahatlıkla geçirmelerini sağlayacak böylesine önemli bir maddeyi nasıl keşfetmişlerdir?

Kimyevi bir maddeyi kendi vücudunda üretip, sonra da kendisini bu maddeyle kaplamayı bir balığın akletmesini, planlamasını beklemek elbette ki mümkün değildir. Böyle bir şeyin zaman içinde kendiliğinden meydana gelmesi de mümkün değildir. Nasıl ki resimdeki papağan balıkları böyle bir maddeyi üretmeyi kendi bilinçleriyle planlayıp, vücutlarında böyle bir sistemi kendi iradeleriyle oluşturamazlarsa, bundan 1.000 sene önce ya da 10.000 sene önce yaşamış bir papağan balığı da bunu yapamaz.


Balığın vücudunun düşmanına karşı çok uygun bir jelatinle kaplanmış olması çok usta bir kamuflaj yöntemidir. Böyle bir özelliğin ancak bilinçli bir tasarım sonucunda oluşabileceği ise çok açıktır. Bu bilinç de, balığa ya da başka herhangi bir varlığa değil, tüm bunları var edip düzenleyen Allah'a aittir.

AKREP BALIKLARININ USTA KAMUFLAJI

 
Akrep balıkları son derece renkli bir görünüme sahiptirler. Renkleri, içinde yaşadıkları mercanlarla aynı renklerdedir. Resimde gördüğünüz gibi bir akrep balığının kırmızı-beyaz çizgileri, hemen hemen bu çizgilerle aynı renkte olan mercanların içinde kamufle olmasını yani kaybolmasını sağlar. Bu da av olma riskini azaltır. Aynı zamanda avına da rahatlıkla yaklaşmasına imkan verir.

Altta ve arka sayfada resimlerini gördüğünüz akrep balıklarına dikkatlice bir bakın, içinde bulundukları ortamdan ayırt etmenin ne kadar zor olduğunu siz de hemen fark edeceksiniz.

Akrep balıkları gibi denizaltı canlılarının pek çoğunu yaşadıkları ortamın içinde ayırt etmek mümkün değildir. Bu canlıların varlığı ancak hareket ettiklerinde anlaşılır. Denizaltında kusursuz bir şekilde kamufle olan canlılar bu renkleri kullanarak avlanırlar, ürerler, çevrelerindeki canlılara mesajlar gönderirler. Peki bu uyum nasıl ortaya çıkmıştır? Bir balığın vücudunu, içinde yaşadığı kaya ile aynı renk, hatta aynı çıkıntılı görünümde yapan kimdir?

Tesadüflerin ya da herhangi başka bir balığın canlılara bulundukları ortamın rengini vermesi imkansızdır. Bir balığın, bir karidesin ya da bir yengecin renklerden haberdar olması ve kendinde renk değişikliği yapabilecek sistemler üretmesi de imkansızdır. Böyle bir sistemin tasarlanması, canlılara bu sistemin yerleştirilmesi, ancak çok üstün bir güç sahibi tarafından yapılabilir.

Bu üstün güç sahibi Allah'tır. Bütün canlıları sahip oldukları özelliklerle birlikte ve yaşadıkları ortamla uyum içinde olacak şekilde Allah yaratmıştır. Allah yarattığı tüm canlılardan haberdar olduğunu bize ayetlerinde şöyle haber vermiştir:

O, yarattığını bilmez mi? O, Latif'tir; Habir'dir. Sizin için, yeryüzüne boyun eğdiren O'dur. Şu halde onun omuzlarında yürüyün ve O'nun rızkından yiyin. Sonunda gidiş O'nadır. (Mülk Suresi, 14-15)

DENİZATLARININ İLGİNÇ ÖZELLİKLERİ

Denizatlarını televizyonda ya da kitaplarda görmüş olabilirsiniz. Ata benzeyen alışılmadık dış görünümleri ve sallanır gibi hareket etmeleri mutlaka sizin de ilginizi çekmiştir. Peki ya bu canlıların zannedilenin aksine çok küçük olduklarını biliyor muydunuz? Denizatlarının boyları 4 ile 30 cm arasında değişir ve genellikle kıyıya yakın yerlerde yosunların ve diğer bitkilerin arasında yaşarlar. Sahip oldukları koruyucu kemiksi zırh bu hayvanları tehlikelerden korur. Bu zırh o kadar sağlamdır ki, kurumuş ölü bir denizatını elinizle kırmanız neredeyse imkansızdır.

Denizatının başı, vücuduna dik açı ile yerleştirilmiştir. Başka hiçbir balıkta bu özellik yoktur. Bu nedenle denizatları vücutları dik olarak yüzer, başlarını yukarı ve aşağı hareket ettirebilirler. Ancak başlarını iki yanlarına doğru hareket ettiremezler. Şimdi birlikte düşünelim. Bu özellik diğer canlılarda olsa, başlarını sağa-sola çeviremedikleri için problem yaşayabilirlerdi ve her türlü tehlikeye karşı açık olabilirlerdi. Fakat denizatları sahip oldukları özel vücut tasarımı sayesinde böyle bir problem hiç yaşamazlar. Denizatlarının gözleri birbirinden bağımsız, her yöne serbestçe hareket edebilecek ve dönerek her tarafı rahatlıkla seyredebilecek şekilde yaratılmıştır. Bu yüzden kafalarını iki yana çeviremeseler de etraflarını rahatlıkla görebilirler.

Bu canlıların su içindeki hareketleri de dikkat çekicidir ve yüzmeleri de çok özel bir sistem sayesinde gerçekleşir. Denizatlarının yüzme keseleri vardır ve bu kesede bulunan bir tür gazın miktarında gereken değişiklikleri yaparak suda yükselip alçalırlar. Eğer bu hava kesesi zarar görürse ve az miktar da olsa gaz kaybederse denizatı denizin dibine batar. Bu durum ise denizatı için ölüm demektir. Burada hemen dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Yüzme kesesindeki gazın miktarı çok hassas ayarlanmıştır. İşte bu yüzden herhangi bir değişiklik hayvanın ölümüne neden olmaktadır.

Bu hassas ayarın bize gösterdiği gerçek ise çok önemlidir. Denizatları ancak bu hassas ayarla yaşayabiliyorsa bu durum onların ilk ortaya çıktıkları anda da bugünkü özelliklerine sahip olduklarını gösterir. Yani denizatları, evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde bu özelliklerini kazanmamışlardır. Onlar tüm özellikleriyle birlikte, hiç yokken bir anda var edilmişlerdir. Evrendeki her varlık gibi denizatlarını da bütün özellikleriyle birlikte eksiksiz olarak Allah yaratmıştır.


Deniz altındaki çok sayıdaki canlı türünden yalnızca bir tanesi olan denizatlarındaki tasarım Allah'ın sınırsız gücünün, sonsuz ilminin örneklerindendir.

 
 
UÇUŞ MAKİNALARI YUSUFÇUKLAR

Yusufçuk böceğini su bulunan pek çok yerde görmek mümkündür. Eğer bu böceği tanıyorsanız ne kadar hızlı hareket ettiğine, çok ani manevralar yapabildiğine de şahit olmuşsunuzdur. Bilmeyenler için yusufçuğu size biraz tanıtalım.

Yusufçukların dış görünüşleri bir helikoptere benzer. Bu böcek hangi hızda ve hangi yönde hareket ediyor olursa olsun, aniden durup ters yönde uçmaya başlayabilecek kadar kusursuz bir uçuş yeteneğine sahiptir. Öyle ki avına saldırmak için havada sabit durabilir ve uygun bir pozisyonda bekleyebilir. Bunu çok hızlı çırptığı kanatları sayesinde başarır. Ayrıca bu durumda iken olduğu yerde kıvrak bir dönüş yaparak avına yönelebilir. Bunlar yusufçuğun, günümüzün gelişmiş teknolojisinin ürünü olan helikopterlere ilham kaynağı olan manevra kabiliyetlerinden yalnızca birkaçıdır.

Yusufçuğun vücudu, metalle kaplanmış izlenimi veren halkalı bir yapıya sahiptir. Buz mavisinden bordoya kadar çeşitli renklere sahip olabilen yusufçuğun sırtında, biri önde diğeri arkada olmak üzere iki çift kanat vardır. Yusufçuk uçarken, bu kanatlardan öndeki iki kanat yükselirken arkadaki iki kanat alçalır.

Yusufçuğun bu kanat şekli örnek alınarak ve günümüz teknolojisi kullanılarak Skorsky adı verilen helikopterler üretilmiştir. Önce yusufçuğun resmi bir bilgisayara yüklenmiştir. Bilgisayarda, yusufçuğun havadaki manevraları göz önüne alınarak 2000 tane özel çizim yapılmıştır. Çalışma sonunda Skorsky'nin asker ve malzeme taşımak için ürettiği çok dayanıklı ve hareket kabiliyeti çok yüksek olan yeni modeli ortaya çıkmıştır.

Yusufçuğun gözlerine dikkat ettiniz mi? Çok yüksek hızlarda uçarken ani manevralar yapabilen yusufçuğun görme yeteneği de kusursuzdur. Yusufçuğun gözü, bilim adamlarınca dünyanın en iyi böcek gözü olarak kabul edilir. Böcek her birinde 30.000 kadar ayrı mercek bulunan bir çift göze sahiptir. İki yarım küreye benzeyen ve başının yarısı kadar yer kaplayan bu gözler, böceğe çok geniş bir görüş sahası sağlar. Yusufçuk, gözleri sayesinde neredeyse arkasında olup bitenleri bile görebilir.

Bunlar yusufçuğun özelliklerinden yalnızca birkaç tanesidir ve burada çok kısaca anlatılmaktadır. Peki bu özelliklerden herhangi biri mesela yusufçuğun özel kanatları olmasa bu böcek ani manevralar yapıp avını yakalayabilir miydi? Ya her yönü görmesini sağlayan gözleri olmasa düşmanlarından kaçmayı başarabilir miydi?


Yusufçuktaki sistemlerin herhangi birindeki küçük bir eksiklik, diğer sistemlerin işe yaramamasına yol açacaktır. Ancak yusufçuk bütün özellikleri ile eksiksiz olarak yaratılmıştır. Allah diğer canlıları olduğu gibi yusufçukları da kusursuzca yaratmıştır ve bu sayede canlı, yaşamını rahatlıkla sürdürmektedir.

SU ALTINDAKİ GİZLİ BARINAKLAR MERCANLAR

 
Mercanları ilk gördüğünüzde renkli taş yığınları zannedebilirsiniz. Ancak bu yanlış bir tahmin olacaktır. Çünkü mercanlar canlıdırlar. Mercanların milyarlarcası birarada yaşar, özel salgı maddeleri ile birbirine eklenir ve bu taş görünümlü yapıyı meydana getirirler.

Mercanlar öldükten sonra kalıntıları taşlaşır ve bu kalıntılar zaman içinde pek çok canlının birarada yaşadığı mercan yuvalarına dönüşür. Burada yaşayan balıkların her birinin kendine özgü özellikleri vardır. Örneğin melek balığı gibi gündüz avlanan balıklar, güneş batarken mercan resiflerindeki kuytu yerlere ve yarıkların içerisine gizlenirler.


Mercanlarda yaşayan balıkların genel davranışları da birbirinden farklıdır. Örneğin daha önce söz ettiğimiz papağan balığı gibi bazı balıklar geceleri bir uyku tulumu içinde derin bir uykuya dalarlar. Dikenli balık gibi bazı türler ise yarı uyanık bir şekilde dinlenmeye geçerler. Keçi balığı ve diğer bazı balıklar gündüz çok parlak renkler kullanırlar, gece olduğunda ise bu balıklar adeta farklı bir deriye sahip olurlar renkleri daha soluk hale gelir.

Süngerler, mercanlar ve yumurtlayan bazı balıklar da ölü mercan kalıntılarında yaşayan canlılardır. Bundan başka küçük yengeçler ve karidesler de mikroskobik bitki ve hayvanlar ile beslenmek için mercan kayalarına doğru çıkarlar. Yine mercan kalıntılarında yaşayan köpek balıkları ve müren gibi balıklarsa karanlıkta besin bulabilmek için çok güçlü olan koku duyularını kullanırlar.

Allah'ın deniz altında yarattığı çeşit çeşit canlı ve bu canlılardaki örneksiz tasarımlar, harika özelliklerle bize Rabbimizin sonsuz sanatını ve sınırsız ilmini tanıtmaktadır. Nahl Suresi'ndeki ayetlerde Allah, yarattığı canlılardan bazı örnekler verir. Ayrıca insanların bunlara şükretmesi gerektiğini de Allah şöyle bildirmektedir:

 

Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. (Nahl Suresi, 13-14)

ÇÖLDEKİ YAŞAM

 
Gündüz 50-60 dereceye kadar çıkan aşırı sıcak, gece ise dondurucu bir soğuk, haftalar hatta aylar boyu süren kuraklık ve çok az yiyecek… Böyle bir yerde yaşamanın imkansız olduğunu düşünmüş olabilirsiniz. Bahsettiğimiz bu zorlu yer çöllerdir ve çöllerde düşündüğünüzün aksine birçok canlı yaşar. İşte çöllerde yaşayan canlılara birkaç örnek:

Çöl canlılardan biri tilkilerin en küçüğü olan krem renkli tilkidir. Bu tilki türünün kulakları diğerlerine göre çok büyüktür. Bu geniş kulaklar, Afrika ve Arabistan'ın kumlu çöllerinde yaşayan tilkinin çok işine yarar. Örneğin avının yerini tilki bu hassas kulakları sayesinde hemen tespit eder. Aynı zamanda kulaklar fazla ısınmayı da önleyerek hayvanın serin kalmasını sağlar.

Çöllerde yaşayan başka bir canlı ise kürek burunlu kertenkeledir. (solda) Bu canlı da kuyruğunu ve ayaklarını serinletmek için sıcak kumun üzerinde dans eder gibi hareket eder. Sonra kuyruğundan destek alarak çapraz bir şekilde bir ön ayağını, bir arka ayağını havaya kaldırır. Birkaç saniye sonra ayaklar değişir. Kertenkele, özel biçimli burnu ve vücudu sayesinde kum tepeciklerinin içinde adeta yüzer gibi hareket eder. Büyük ayakları da kumların üstünde çok hızlı bir şekilde, sıcaktan zarar görmeden koşmasına olanak sağlar.

Avustralya'da yaşayan çöl kurbağaları ise adeta bir su deposu gibidirler. Vücutlarında bulunan keselerini yağmur yağdığında suyla doldururlar. Daha sonra kuma gömülür ve yağmurların gelmesini beklemeye başlarlar. Bu keselerde sakladıkları su sayesinde çölde rahatlıkla yaşamlarını sürdürürler.

Burada birkaç örneğini verdiğimiz çöl canlılarınının ortak özelliklerine dikkat ettiniz değil mi? Hepsinin vücut yapıları çölde yaşamaya çok uygundur, diğer canlılardan farklı özellikleri vardır. Üstelik bu canlılar nasıl davranarak çöl sıcağından korunacaklarını, susuzluğa nasıl dayanacaklarını da çok iyi bilmektedirler. Peki bir kurbağa ya da bir kertenkele bunları nereden bilir? Nasıl olup da tam gereken vücut yapısına sahip olur?

Elbette ki bunları canlılar kendiliklerinden bilemezler, vücutlarında su depoları yaratamazlar ya da onları sıcaktan koruyacak büyük kulaklar var edemezler. Bu canlıların çölde yaşamaları için ilk ortaya çıktıkları andan itibaren bu özelliklere sahip olmaları şarttır. Yoksa aşırı sıcaktan, susuzluktan ya da açlıktan kısa sürede öleceklerdir. Ancak böyle bir şey olmaz. Üstelik dünya üzerindeki bütün çöllerde yaşayan canlılar bu dayanıklılığa sahiptirler. Her birinin ayrı ayrı çölde yaşamalarını sağlayan özellikleri vardır.

Bütün bunlar bizi tek bir gerçeğe götürür. Çöl canlılarını bir anda sahip oldukları özelliklerle birlikte yaratan Allah'tır. Allah dilediğini dilediği anda yapmaya güç yetirendir. Bir Kuran ayetinde Allah, Kendisi için herşeyin çok kolay olduğunu bize şöyle haber verir:


Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)


GAZELLERİN ÖZEL SOĞUTMA SİSTEMİ

Klimalar bizi kışın soğuktan, yazın da sıcaktan korur. Ancak soğutma sistemlerini ilk keşfedenler insanlar değildir. Pek çok canlının vücudunda klima benzeri soğutma sistemleri zaten vardır.

Örnek olarak Afrika'da yaşayan ve çok hızlı koşan gazeli verebiliriz. Bu canlı diğer pek çok canlı gibi yaşamını sürdürebilmek için düşmanlarından kaçmak zorundadır, çünkü başka bir savunma aracı yoktur. Ancak bu süratli koşu gazelin vücut ısısını aşırı derecede yükseltir. Bu durum gazel için çok tehlikelidir, çünkü vücut ısısı arttıkça gazelin beyninin ısısı da artar. Ancak gazelin hayatta kalabilmesi için beyninin vücudundan daha serin olması gerekmektedir. Bu durumda aklınıza "gazellerin nasıl olup da ölmedikleri" sorusu gelecektir.

Bu sorunun cevabı bizi bir yaratılış gerçeğine götürür.

Gazellerin beyninin başlarının sağ tarafında bulunan özel bir soğutma sistemi soğutur. Ayrıca gazellerin ve diğer hızlı koşan hayvanların soluk alma kanalları vardır. Bu kanalların ardında uzanan, büyük kan birikintilerinin içerisine de yüzlerce küçük kan damarı yayılmıştır. Gazelin soluduğu hava bu yeri soğutur, böylece küçük kan damarlarının içerisinden geçen kan da soğumuş olur. Sonra küçük damarlar kanı beyne taşıyan tek bir kan damarının içerisinde biraraya gelirler. Bu sistem sayesinde gazel koşarken süratle artan vücut ısısından etkilenmez.

Böyle kusursuz bir sistemin zaman içinde kendiliğinden ortaya çıkamayacağını siz de hemen anlamışsınızdır. Çünkü beynin soğutulması için gereken bu sistemin var olmaması demek, gazelin daha ilk koşusunu yaparken ölmesi demektir.

Gazellerdeki soğutma sistemi örneğinde de görüldüğü gibi canlılardaki tasarım, mükemmel bir yapıya sahiptir. Yani bir canlının vücut sistemlerinin ve organlarının evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde ortaya çıkması imkansızdır.

Tüm canlılar, gazellerdeki soğutma sistemi gibi, tek bir parçası bile eksik olsa hiçbir işe yaramayacak sistemlerle dolu bedenlere sahiptir. Bu da canlıların evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüflerle zaman içinde var olmadıklarını, aksine hepsini yaratanın Allah olduğunu ispatlar. Bu, düşünebilen ve aklını kullanabilen insanlar için çok açık bir gerçektir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

"Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunların arasında olan herşeyin de Rabbidir." (Şuara Suresi, 28)

AĞAÇKAKANLARIN DAYANIKLILIĞI

Ağaçkakanlar gagalarıyla ağaçları delerek kendilerine yuva ve besin depoları yaparlar. Bir ağaçkakanın gagasıyla ağacı delme hızı saatte yaklaşık olarak 40 km'dir. Bu olağanüstü bir hızdır ve aslında ağaçkakana zarar vermesi gerekir. Ancak kuşun gagasında özel bir kilit sistemi vardır, bu sayede ağaçkakana bir şey olmaz. Eğer bu özel sistem olmasaydı bu hız nedeniyle ağaçkakanın gagası iki parçaya ayrılırdı. Bundan başka eğer ağaçkakanın ağaca vuruşunun etkisi direkt olarak beynine gitmiş olsaydı bu durumda da kuş bilincini kaybederdi. Ancak böyle bir şey hiç olmaz çünkü Allah ağaçkakanı tam gereken özelliklere sahip olarak yaratmıştır. Örneğin kuşun beyni gagasının seviyesinde yer almaktadır. Ayrıca ağaçkakanın gagasının alt kısmındaki kasların da "şok emici" özelliği vardır. Bu sayede ağacı delerken oluşan şokun etkisi azaltılmış olur.

Buraya kadar anlattıklarımız ağaçkakanların genel özelliklerinden sadece birkaçıdır. Bunların yanı sıra her ağaçkakan türünün kendine özgü pek çok ilginç özellikleri vardır. Örnek olarak palamutları ağaçlarda saklayan bir ağaçkakan türünü ele alalım.

Meşe palamudu ağaçkakanı yaz boyunca ölü bir ağaç kütüğünün üzerinde sürekli olarak "delikler" açar. Çünkü yaz sonunda bu delikleri kışın yiyeceği meşe palamutlarıyla dolduracaktır. Meşe palamutlarını her deliğe birer tane olacak şekilde adeta çekiçle çakar gibi yerleştirir. Fakat bu işlem ağaçkakan için oldukça uzun sürer. Çünkü önceden hazırladığı deliklerin büyüklüğüne uygun büyüklükte palamudu bulup yerleştirmeye çalışır. Eğer delik büyük olup palamut küçük olursa, gevşek duran palamut diğer kuşlar tarafından rahatlıkla alınabilir. Tam tersine delik küçük olup da palamudu zorla deliğe sıkıştırmaya çalışırsa bu kez palamut zarar görür. Bu nedenle deneme yanılma yöntemini uygulayan ağaçkakanın işi çok uzun sürer.

Ağaçkakanın işi bu kadarla da bitmez. Zaman geçtikçe palamutlar kurudukları için küçülürler. Bu ise ağaçkakanın kuruyan palamutları çıkarıp yenileri ile değiştirmesi demektir. Üstelik ağaçkakanlar bunu 5-10 palamut için yapmazlar. Meşe palamudu ağaçkakanları büyük bir ağaçta bu palamutlardan yaklaşık 50 bin tanesini depolayabilirler.

Bu ilginç özellikleri biraz düşündüğümüzde ağaçkakanlara bütün bunları öğreten çok üstün bir gücün olduğunu anlarız. Bu üstün gücün sahibi Allah'tır. Allah ağaçkakanların gagalarını ağaçları delecek dayanıklılıkta yaratmıştır. Ayrıca yaptıkları tüm işleri onlara öğreten de Allah'tır. Allah'tan başka hiçbir ilah, hiçbir yaratıcı yoktur. Allah herşeyi Kendisinin yarattığını bize şöyle haber vermektedir:

İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. (Enam Suresi, 102)

BÜYÜK YANAKLI SEVİMLİ SİNCAP

Alttaki resimde gördüğünüz sevimli canlının adı yanağı keseli sincaptır. Bu sincap türünü diğer sincaplardan ayıran özelliği hemen yemeyeceği besinini yanaklarındaki keselerde taşımasıdır. Sincap bunları daha sonra kullanmak için depo eder.

Yanak keseleri aslında çok gevşek bir yapısı olan deri kıvrımlarıdır. Bunların iç kısmı çıplaktır ama nemli değildir, dolayısıyla besinler bozulmadan uzun süre saklanabilirler. Bu keseler ağzın iki yanına doğru açılır.

Sincap, keselerini doldurmak için bir cevizi pençelerinin arasına alır ve bunun iki ucundaki sivri kısımları düzgünce ısırıp koparır. Sonra cevizi keselerden birinin içine koyar. Ondan sonraki cevizi diğer keseye yerleştirir. Keseler böyle sırayla doldurulur. Hayvan her keseye dört ceviz koyabilir. Bu şekilde sincabın yüzü o ilginç ve sevimli halini alır.

DÜNYANIN EN UZUN KANATLI KUŞU ALBATROS

Albatroslar çok büyük -yaklaşık 3.5 metrelik- kanatları olan deniz kuşlarıdır. Hayatlarının %92'sini açık denizlerde geçirirler ve neredeyse hiç karaya inmezler. Bu kuş türünün en önemli özelliği çok uzun süre hiç durmadan uçabilmesidir. Bu güç işi ise albatros özel uçuş tarzı sayesinde başarır.

Albatrosun uçması için kanatlarını rüzgara karşı tamamen açarak havada durması yeterlidir. Bu şekilde kanat çırpmadan saatlerce uçabilir. Kuş bunu kanatlarını olabildiğince geniş açarak gerçekleştirir ve bu esnada kuşun kanatlarının genişliği 3.5 metreye ulaşır. Bu, kuşlar arasındaki en geniş kanat uzunluğudur.

Albatros yukarıya doğru yükselen hava akımlarını ve rüzgarı kullanarak, onların yönünde ilerler. Rüzgarın içinden zikzaklar çizerek bir dalganın tepesinden diğerine geçerek hareket eder. Bu şekilde albatros tek bir kanat bile çırpmadan saatlerce su üstünde uçabilir. Peki nasıl olup da albatroslar bu zor işi başarırlar? Bu kuşun böylesine dayanıklı olmasını sağlayan nedir?

Öncelikle 3,5 metrelik bu dev kanatları sabit şekilde açık tutabilmek için çok büyük bir güç gerekir. Albatrosların ne kadar güç bir işi başardıklarını anlamak için albatrosu bir insanla kıyaslayalım. Bir insan kollarını havada bir süreliğine açık tutmaya çalıştığında dahi oldukça zorlanır. Belli bir süre sonra kasları acımaya başlar ve kollarını indirmek zorunda kalır. Oysa albatroslar kanatları açık bir şekilde saatlerce havada kalabilirler.

Albatrosların kanat kemiklerinde kanatlarını açık pozisyonda tutmaya yarayan bir çeşit kilit sistemi vardır. Bu kilit sistemi sayesinde hiç kas gücü kullanmazlar. Bu da uçuş sırasında büyük kolaylık sağlar. Bu özel sistem sayesinde günlerce, haftalarca hatta aylarca en az seviyede enerji kullanarak hiç durmadan uçabilirler.

Bir an durup düşünmek albatroslardaki bu özelliklerin tesadüfen var olamayacağını anlamak için yeterlidir. Denizlerin üstünde uzun süre uçarak yaşayan bu kuşların üzerinde Allah'ın şefkatini ve rahmetini görürüz. Albatrosların hayatta kalmalarını sağlayan bütün özellikleri onlara veren Allah'tır. Herşeye gücü yeten Rabbimiz diğer bütün canlıları olduğu gibi bu canlıları da korumakta ve ihtiyaçlarını eksiksiz olarak vermektedir. Allah bir ayette kuşların özelliklerine şöyle dikkat çekmektedir:

Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır. (Nahl Suresi, 79)

SÜSLEME SANATÇISI ÇARDAK KUŞU

Yuvalarını süsleyen kuşlar olduğunu biliyor muydunuz? Tıpkı bir insanın yaşadığı yeri güzelleştirmesi gibi bazı kuş türleri de yuvalarını süslerler. Kimi zaman topladıkları süs eşyaları ile yuvalarında dekorasyon yapan kimi zaman da pembe renkli meyveler ile yuvalarının duvarlarını boyayan bu kuşların davranışları elbette ki şaşkınlık vericidir.

Yuvasını boyayan kuşlardan biri olan saten çardak kuşu gerçek bir "mimari ustası"dır. Erkek çardak kuşu bir güvercin büyüklüğündedir. Yuvasını yaparken, çevreden topladığı yüzlerce ince dalı resimde görüldüğü gibi karşılıklı iki sıra olacak şekilde diker. Böylece bir çardak oluşturur. Çardağın önüne ise çevreden topladığı bütün eşyaları yığar. Bunlar bir kelebek kanadı, kuş tüyü, araba anahtarı veya bir paket kağıdı bile olabilir. Kuşun özellikle mavi renkteki cisimlere karşı özel bir ilgisi vardır. Resimde de gördüğünüz gibi mavi renkli herşeyi toplayıp yuvasında biriktirir.

Kuşun büyük bir dikkatle yaptığı dekorasyon bunlarla bitmez. Çardak kuşu yuvasının duvarlarını da boyar. Üstelik boyasını da kendisi elde eder. Nasıl mı? Çeşitli renklerdeki bitkileri toplar ve bunların sularını kullanarak duvarlarını boyar. Kimi zaman da boyama işlemi için salgısıyla karıştırdığı kömürü kullanır. Ayrıca ağzında çiğnediği bir parça ağaç kabuğu ile de dalların oluşturduğu yuva duvarına boya yapar.

Allah çardak kuşu gibi hiç görmediğimiz ya da güvercinler, martılar gibi sürekli gördüğümüz kuş türlerinin tümünü yaratandır. Küçük bir kuşa nasıl yuva yapacağını, bu yuvayı nasıl süsleyeceğini öğreten yüce Allah'tır. Bize düşen ise Allah'ın gücünün sınırsızlığını daha iyi anlamak için hayvanların bu gibi özellikleri üzerinde detaylı düşünmektir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye Suresi, 13)


YAVRULARI İÇİN TEMEL KAZAN KUŞLAR

Megapod kuşları Avustralya'da yaşarlar ve yavrularını büyütmek için de çok özel yuvalar yaparlar. Önce erkek megapod, dev bir çukur kazar, sonra bu çukuru çürümekte olan yaş otlar ve yapraklarla doldurur. Bunun çok önemli bir nedeni vardır. Çürüyen bitkilerdeki bakteriler, yüksek derecede sıcaklık oluşturacak ve yuvayı ısıtacaklardır. Erkek kuş bu sıcaklığı sabit tutmak için havalandırma delikleri açar ve gagasını bu deliklerden içeri sokarak sürekli yuvanın ısısını kontrol eder. Ayrıca bitki yığınının üzerinde bir de huni biçiminde delik açar. Bu delik kış boyunca yağmurun içeri sızmasını ve bitki yığınının nemli tutulmasını sağlar.

Yuva hazırlandıktan sonra dişi gelir ve çukura yumurtlar. Ancak yazın sıcağında yuvadaki ısı sürekli artar, bunun üzerine erkek megapod kuşu yuvasını kumla örter. Bu şekilde sıcağın yuvaya girmesini engellemeye çalışır.

Şimdi size bir soru soralım. Bu yazıyı okuyana kadar bitkilerin çürüdüklerinde ısı çıkaracaklarını biliyor muydunuz? Bu konuyla ilgili bir kitap okumadıysanız bunu bilmemeniz çok doğal, sizin gibi daha pek çok insan bunu bilmez. Ancak megapod kuşu bunu çok iyi bilir, üstelik yavrularının yararına olacak şekilde bu bilgiyi kullanır.

Peki nasıl olup da bir kuş böyle ince hesaplar ve hassas ölçümler yapabilmektedir? Sonra bu ölçümlerden elde ettiği sonuçlara göre teknik önlemler alabilmektedir? Niçin yavruları için böyle zahmetli bir işe katlanmaktadır?

Tüm bunları yapabilmesi için kuşun bir mühendis gibi teknik bilgiye ve sağlıklı bir insan gibi akla sahip olması gereklidir. Elbette bir kuşun zeki ve bilgili bir insan gibi davranacak aklı ve beyni yoktur. Tüm bu akıl gerektiren işleri megapod kuşuna her an yaptıran yani ilham eden ve bu kuşu yönlendiren bir güç vardır. Bu güç herşeyi en güzel biçimde yaratan Allah'a aittir.

Siz burada anlatılan bilgileri okuduğunuzda hemen bunları yapanların canlıların kendileri olamayacağını görüp, bütün canlıları yaratanın Allah olduğunu anlıyorsunuz. Ancak sizin hemen anladığınız bu gerçeği kabul etmemek için direnen bazı insanlar vardır. Allah bu insanları bize Kuran'da haber vermiştir. Rad Suresi'nde bu kişilerle ilgili olarak Allah şöyle buyurmaktadır:

De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." De ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır." (Rad Suresi, 16)


ALAKARGANIN GÜÇLÜ HAFIZASI

Alakargalar topladıkları palamutları daha sonra kullanmak üzere toprağa gömerler. Bazen günde 1.000 tane palamut gömdükleri olur. Ormanda her yer birbirine benzemektedir. Bu nedenle bir insan için bile ormanda bir yeri bulmak çok zordur. Peki alakargalar palamutları sakladıkları yerleri nasıl bulurlar? Çok akılcı bir şey yaparak, buralara işaret koyarlar. Bunun için de bazen ağaç dallarını, bazen de taş parçalarını kullanırlar. Yine de koskoca ormanın içinde toprağın altında bir yeri bulmak çok zordur. Fakat yapılan deneylerde bu kuşların aradan 9 ay geçtikten sonra bile palamutları buldukları ortaya çıkmıştır. Kuşun bu kadar kuvvetli bir hafızaya sahip olması, yiyecek sakladığı yerleri işaretlemesi ve daha sonra bunların yerlerini hatırlaması bir yaratılış mucizesidir.

Hiçbir aklı ya da şuuru olmayan alakargaların palamutları toprağa gömerek saklamayı düşünmeleri, palamut bıraktıkları yerleri tekrar bulabilmek için işaret koymaları elbette tesadüflerle açıklanamaz.

1.000 tane palamudu gömmek ve hepsini taşlarla ya da dallarla işaretlemek ve bunu düzenli bir biçimde yapmak kesinlikle bir kuşun kendi kendine başaramayacağı bir iştir. Palamut bulunca kuşun bunu yemesi çok doğaldır. Ama geleceği düşünüp saklamak gibi bir davranışta bulunmak, yerlerini belirtmek için işaret koymak, daha sonra da bu işaretleri tanımak ancak akıl sahibi birinin yapabileceği işlerdir.

Bir kuş bunların hiçbirini kendiliğinden yapamaz. Bu durumda bunların tümünü alakargaya yaptıran, herşeye güç yetiren sonsuz bir akıl sahibi olduğunu anlarız... İşte bu üstün akıl herşeyi belli bir düzen içinde kusursuzca yaratan ve herşeyin hakimi olan Allah'a aittir. Allah dilediği için bu kuş yemeğini saklar ve yine Allah'ın dilemesiyle de onu bulmayı başarır. Yaratılan herşeyde olduğu gibi bu kuşta da Allah'ın kusursuz yaratışının delillerinden örnekler görürüz.

HAYVANLAR ALEMİNİN ZIRHLI TANKLARI

Güney Amerika'da yaşayan Armadillo denen bu canlılar bütün vücutlarını kaplayan zırhları nedeniyle çok ilginç bir görünüme sahiptirler. Böcek yiyerek beslenen bu canlılar genellikle yiyeceklerini toprağı kazarak ararlar. Armadillolar çok iyi bir koku alma duyusuna sahiptirler. Yiyeceğin kokusunu hemen alan Armadillo burnunu toprağa gömerek, adeta kokuyu yitirmekten korkuyormuş gibi telaşla toprağı kazar. Armadilloları bu durumda görenler, hayvanın nasıl soluk aldığına şaşabilirler. Oysa Armadillolar bu durumda soluk almazlar. Çünkü altı dakikaya kadar soluklarını tutabilme yeteneğine sahiptirler. Bu ise toprağı kazdıkları sırada boğulmalarını engeller.

Allah'ın onlara verdiği nefeslerini uzun süre tutabilme yeteneği sayesinde, Armadillolar toprağı kazıp yiyecek bulurlar. Bu örnek bize Allah'ın yarattığı canlılar üzerindeki şefkatini ve merhametini gösterir. Allah bir ayetinde Kendisini bize şöyle tanıtır:


Şüphesiz, senin Rabbin, gerçekten O, üstün ve güçlüdür, merhamet sahibidir. (Şuara Suresi, 9)



GECE KARANLIĞINDA BİLE UÇABİLEN GÖÇMEN KUŞLAR

Pek çok kuş türü her yıl iyi besin kaynaklarına, yumurtlayacak ve yavrularını büyütebilecek uygun bölgelere ulaşabilmek için binlerce kilometre yolculuk eder. Allah kuşların uçuşlarına bir ayetinde şöyle dikkat çekmiştir:

Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir. (Mülk Suresi, 19)

Uzun mesafe uçuşlarını, birçok su kuşu başarıyla gerçekleştirir. Bu başarıyı dayanıklı yapılarıyla ve aralarındaki haberleşmeyle elde ederler. Su kuşları uçarken aynı zamanda öterek ve farklı sesler çıkararak birbirleriyle konuşurlar. Bu, ne kadar kalabalık olurlarsa olsunlar, gecenin karanlığında bile, sürünün bütün üyelerini birlikte tutabilmeyi sağlamaktadır.

Sürünün her üyesi diğerlerinin bulunduğu yerleri bilir. Göçmen su kuşlarının, nerede bulunduklarını anlamak için Güneş'i kullandıkları tahmin edilmektedir. Kuşlar gidecekleri yere yaklaştıklarında kendileri için tespit ettikleri özel bazı işaretleri kullanmaktadırlar. Bu sizin evinizin yolunu bulmak için caddeleri ve binaları kullanmanıza benzer. Bu işlem için su kuşları nehirleri, dağları ve diğer doğal işaretleri takip ederler. Bazı su kuşu türleri göç süresince gece-gündüz hiç durmadan uçabilirler.

Yön bulma yeteneği akıl ve zeka sahibi insanlara özgüdür. İnsan çeşitli teknik aletler kullanarak ya da gökyüzünden faydalanarak yönünü bulabilir. Peki kuşlar nasıl olup da yönlerini bulmayı başarmaktadırlar? Güneş'in konumundan ve diğer işaretlerden nasıl faydalanmaktadırlar?

Bu şaşırtıcı yön bulma yeteneklerini kuşlara veren, aralarında özel bir haberleşme sistemi yaratan yüce Allah'tır. Allah canlılarda yarattığı bütün özelliklerle bize yaratma sanatından örnekler verir. "Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı?" ayetinde de gördüğümüz gibi kuşların uçuşuna dikkat çeker.

Kuşlara verdiği bu yetenekleri bizim düşünmemizi ister. Bu şekilde düşündüğümüzde karşımıza hep canlıların kendiliklerinden yapmalarının mümkün olmadığı çok akıllı davranışlar ve mükemmel vücut sistemleri çıkar. Biz de bunlar üzerinde düşünerek yaptıkları işleri onlara bir öğreten olduğunu anlarız.


Siz de okuduğunuz bu gibi bilgiler üzerinde mutlaka düşünün ve düşüncelerinizi çevrenizdeki insanlara anlatın. Allah'ın yüceliğini, herşeyi yaratanın Rabbimiz olduğunu anlamalarını sağlayın.

DENİZLERİN TEMİZLİK İŞÇİSİ KARİDESLER

 
Büyük bir balığın ağzının içine girmekte olan küçük bir balık gördüğünüzde aklınıza ilk olarak ne gelir? Büyük balığın küçüğü bir hamlede yiyeceğini düşünürsünüz ve küçük balığın ona neden bu kadar yaklaştığını merak edersiniz.

Büyük balığın küçük balığın çevresinde dolaşmasına izin vermesi ve ona hiç dokunmaması, ağzında ve solungaçlarında dolaşmasına ses çıkarmaması ise alışılmadık bir görüntüdür. Ancak okyanusta bu gibi görüntülere çok sık rastlamak mümkündür. Büyük balıkların yanında korkusuzca dolaşan canlılar sadece bazı küçük balıklar değildir. Kimi zaman karidesleri de büyük balıkların ağzının kenarında görmek mümkündür. Bunlar temizlikçi karidesler ve balıklardır; görevleri bazı büyük balıkları temizlemektir.

Birçok temizlikçi karides çeşidi vardır. Örneğin resimde görülen karides bunlardan biridir. Karidesin kırmızı ve beyaz çizgileri bir deniz feneri gibi hareket ederek, temizlenmeye ihtiyacı olan balığın karidesi bulmasına yardımcı olur. İki uzun beyaz anteni olan karides, balığın üzerine yerleşir yerleşmez balık sabırla derisinin ya da yarasının üzerindeki parazitlerin yenmesini bekler. Temizlikçi karides, rahatsızlık verici parazitleri almak için balığın ağzının içine bile girebilir. Böylece kendisi de besinini almış olur. Karides, balığın tamamen temizlendiğinden emin olana kadar görevini sürdürür. İşi bittiği zaman çok güzel bir ziyafet olabilecek karidese, büyük balık en ufak bir zarar vermez. Karides de balığın kendisine zarar vermesinden çekinmeden hareket eder. Arka sayfadaki resimde de görüldüğü gibi bu iki canlı çok iyi bir şekilde anlaşmaktadırlar.


Akıl ve zeka sahibi insanlara özgü olan, "anlaşmak", "güvence vermek" gibi kavramlar elbette bu canlılar için söz konusu olamaz. Ancak herşeyin denetimini ve hakimiyetini kontrolünde tutan Allah bu canlılara böyle davranmayı ve birbirlerine güvenip yardımcı olmayı öğretmiştir. Bu sayede onlar da yaşamlarını rahatlıkla sürdürmektedirler



 

GÜRÜLTÜCÜ AĞUSTOS BÖCEĞİ

Ağustos böceği, çok gürültücü bir böcektir. Böcek bu gürültüyü vücudundaki mükemmel bir sistemi kullanarak çıkarır. Gövdesinin arka kısmında hava kesecikleri üzerine yerleşmiş sağlı sollu iki plaka vardır. Ağustos böceği, taş kadar sertleşmiş bu plakaları çalarak o çok iyi bilinen sesini çıkarır. Plak, bağlı olduğu kas tarafından çekilip bırakılınca, boş bir teneke kutunun çıkardığı sese benzer bir ses oluşur. Böceğin yaptığı bu çekme-bırakma işlemi saniyede 500 kez tekrarlanır. Saniyeyi sizin gözünüzü yavaşça açıp kapama süreniz olarak düşünürsek, bir saniyede 500 kere bu işlemin yapılmasının ne kadar zor olduğunu hemen anlarız.


Böceğin göğüs kısmının alt tarafında bulunan uzantısının açılıp kapanmasıyla ses yükselir veya alçalır. İnsan kulağı, saniyenin onda birinden daha kısa süreli açılıp kapanmaları, yani ses kesiklerini fark edemez. İşte bu nedenle biz ağustos böceğinin cızırtısını sürekli devam ediyormuş zannederiz.

SU ÜSTÜNDE YÜRÜYEN GÖLCÜK KAYAKÇISI

Su üstünde yürümek insanlar için imkansızdır. Oysa pek çok canlı Allah'ın onlara verdiği özel vücut yapıları sayesinde bu işi rahatlıkla başarabilir. Örneğin gölcük kayakçısı denen bir böcek türü uzun, ince bacaklarını yayarak suyun üzerinde yürür. Böceğin ayakları suyu iterken, yüzeyde küçük bir çukur oluşur. Bu şekilde böcek oldukça geniş bir alana vücut ağırlığını yaymış olur.

Yapılan gözlemler ve incelemeler sonucunda gölcük kayakçısının ayaklarının, su yüzeyi tabakasını kırmadığı anlaşılmıştır. Yani böceğin ayakları suyun içine girmemektedir. Gölcük kayakçısı bu sayede diğer canlılardan farklı olarak su üstünde yürümeyi başarabilmektedir.

YAPIŞKAN VANTUZ BALIKLARI

Vantuz balıklarının özelliği, okyanusta dolaşmak için vasıta kullanmalarıdır. Bunun için ya köpek balıklarından ya da gemilerden yararlanırlar. Balığın sırt yüzgeci oval bir vantuz gibidir. Üzerine yapıştığı canlı-cansız bütün cisimlerle birlikte hareket edebilir. Yapıştığı canlı ne yaparsa yapsın, ne kadar hızlı yüzerse yüzsün vantuz balığı yerinden kopmadan kalır. Yukarıdaki resimde köpekbalığının alt kısmına yapışmış vantuz balıklarını görüyorsunuz. Allah her canlının nerede olduğunu ve ne yaptığını bilir. Bir ayette Allah şöyle buyurur:

Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, herşeyi kuşatandır. (Nisa Suresi, 126)


TEMİZLİKÇİ KUŞLAR

Resimlerde gördüğünüz kuşlar Oxpecker denen temizlikçi kuşlardır. Bu kuşlar gergedan, fil, zebra gibi hayvanların derilerinin üzerindeki parazit canlılarla beslenirler.Bu nedenle hayvanlar kuşların üzerlerinde gezinmelerine hatta başlarına konmalarına bile hiç ses çıkarmazlar.

Bu ortaklık her iki tarafa da karşılıklı çok fazla fayda sağlar. Bu şekilde hayvanlar hem rahatsızlık veren parazitlerinden kurtulmuş olurlar hem de kuşlar onları herhangi bir tehlike durumunda çığlıklar atarak uyarırlar. Buna karşılık kuşlar da besin ve hatta yuvalarınıniçini kaplamak için tüy elde ederler.


Hayvanlar arasındaki bu karşılıklı faydaya dayalı ilişkiyi yaratan yüce Rabbimizdir. Allah bu canlılarının tümünü ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri canlılarla birlikte yaratmıştır.

KIRMIZI DUDAKLI YÜRÜYEN BALIK

Kırmızı dudaklı yarasa balığı dünyadaki dört yüzgecinin üzerinde yürüyen tek balıktır. Yürümek için tasarlanmış yüzgeçleri, tuhaf görünüşlü burnu ve büyük kırmızı dudakları ile balığın son derece ilginç bir görünümü vardır. Yarasa balıklarının kumun üzerinde bir insanın yürümesi gibi dolaşabilmelerini sağlayan organları, göğüs yüzgeçleridir. Bu yüzgeçlerini kullanarak yarasa balıkları okyanus zemininde rahatça ayakta durabilir ve yüzgeç uçlarının üzerinde yürürler.


Kırmızı dudaklı yarasa balığının başka bir ilginç özelliği daha vardır. Burunlarının altında, diğer balıkları kandırmak için olta olarak kullandıkları küçük deri parçaları bulunur. Yarasa balıkları etçil hayvanlardır. Bu oltayı kullanarak diğer balıkları, yengeçleri, kurtçukları ve deniz taraklarını avlarlar.

Denizin dibinde yaşayan bu küçük balıktaki detaylı tasarım bize Allah'ın sanatının örneklerinden birini gösterir.

 
 
RENGARENK BALIKÇIL KUŞLARI

Balıkçıllar su olan her yerde görülebilen kuşlardandır. Resimde gördüğünüz büyük mavi balıkçıl Kuzey Amerika'da yaşayan en uzun boylu yabani kuştur. Renkleri ile dikkat çeken mavi balıkçıllar yuva yapma zamanları hariç tek başına yaşayan kuşlardır.

Balıkçılların toplu yuva yerleri genellikle insanların ulaşmasının zor olduğu uzak ve gizli bölgelerde bulunur. Başka bir tür balıkçıl olan Hank balıkçılları ise ilkbaharda çok farklı renklere bürünürler. Yetişkin balıkçılların renkli gagalarının etrafında, yalnızca yuva yapma zamanında oluşan renkli parçalar bulunmaktadır.

Allah bütün kuşları çok çeşitli renklerde yaratmıştır. Kuş tüylerinde göz alıcı renkleri seyretmek çok hoşumuza gider. Kuşlardaki bu renk çeşitliliği Allah'ın üstün yaratışının delillerinden bir tanesidir. Allah Kuran ayetlerinde renkleri yaratanın Kendisi olduğundan şöyle bahseder:


Allah'ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece Biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 27-28)


 

1 AY SUSUZ YAŞAYABİLEN MUHABBET KUŞLARI

Yabani muhabbet kuşları Avustralya'nın fazla yağmur almayan bozkırlık bölgelerinde yaşar. Su ihtiyaçlarını yedikleri tohumlardan karşıladıkları için bu kuşlar havanın son derece kurak olduğu dönemlerde 1 ay boyunca hiç su içmeden rahatlıkla yaşayabilirler. Yabani muhabbet kuşlarının hayatlarında suyun çok önemli bir yeri vardır. Bu nedenle tüm yaşamlarını iklim koşullarına göre düzenleyebilirler. Örneğin yeterli miktarda su bulamadıkları zaman, yavru yapmayı durdururlar ve su için yeni yerler aramaya çıkarlar. Yeterli büyüklükte su birikintisi bulduklarında olabildiğince hızlı bir şekilde yumurtlamaya başlarlar.

Muhabbet kuşlarının iklim koşullarına göre yaşamlarını düzenlemeleri de Allah'ın ilhamıyla gerçekleşen davranışlardır. Neslinin devamı çok önemli oludğu için hiç riske girmemekte ve yumurtlamayı hemen kesmektedir. Bu şekilde akılcı davranarak beklemelerini muhabbet kuşlarına ilham eden herşeyi bilen, yarattığı bütün canlılardan haberdar olan Rabbimizdir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. (İsra Suresi, 44)

KUŞ TÜYLERİNİN YAPISI

Kuşları diğer canlılardan ayıran en önemli fark elbette ki uçabilmeleridir. Kuşlar hiçbir canlının başaramadığı bu işi çok özel yapısı olan tüyleri sayesinde başarırlar.

Kuş tüyleri hafiftirler, kaldırma kuvvetleri vardır ve kolaylıkla eski biçimlerine dönebilirler. Eğer bir kuş tüyünü mikroskop altına alır ve incelersek, karşımıza olağanüstü bir tasarım çıkar. Tüylerin ortasında hepimizin bildiği uzun ve sert bir boru vardır. Bu borunun her iki tarafından yüzlerce tüy çıkar. Boyları ve yumuşaklıkları farklı olan bu tüyler kuşa havada hızlı uçma özelliği kazandırırlar.

Ancak daha da ilginç olanı, bu tüylerin her birinin üzerinde de, "tüycük" denilen ve gözle görülemeyecek kadar küçük olan çok daha küçük tüylerin bulunmasıdır. Bu tüycüklerin üzerinde ise "çengel" adı verilen minik kancalar vardır. Bu kancalar sayesinde her tüycük birbirine sanki bir fermuar gibi tutunur.

Çengeller bir fermuarın iki tarafı gibi birbirine kenetlenmiştir. Birbirine çengellerle kenetlenen tüycükler, o kadar bitişiktir ki, tüyün üstüne duman üflense, aralarından geçemez. Çengeller herhangi bir şekilde birbirinden ayrılırsa, kuşun bir silkinmesi veya gagasıyla tüylerini düzeltmesi tüylerin eski haline dönmesi için yeterlidir.
Kuşlar hayatlarını devam ettirebilmek için tüylerini daima temiz, bakımlı ve her an kullanıma hazır tutmak zorundadırlar. Tüylerin bakımı için kuyruklarının dibinde bulunan yağ keselerini kullanırlar. Gagalarıyla bu yağdan bir miktar alarak, tüylerini temizler ve parlatırlar. Bu yağ, yüzücü kuşlarda, suyun içinde veya yağmur altındayken suyun deriye ulaşmasına engel olur.


Dahası kuşlar tüylerini kabartarak, soğuk havalarda vücut ısılarının düşmesini engellerler. Sıcak havalarda ise tüylerini vücutlarına yapıştırarak, vücutlarının serin kalmasını sağlarlar.

Vücudun çeşitli yerlerinde bulunan tüylerin her birinin görevi farklıdır. Kuşun karnındaki tüyle, kanat ve kuyruk tüyleri birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Büyük tüylerden meydana gelen kuyruk tüyleri dümen ve fren görevini yerine getirir. Kanat tüyleri ise, kanat çırpma esnasında açılarak yüzeyi genişletecek ve kaldırma kuvvetini artıracak bir yapıdadırlar. Kuşun kanadını aşağı doğru çırpması sırasında, tüyler birbirlerine yakın duruma gelerek, aralarından hava sızması engellenir. Kanatların yukarıya doğru kalkışı esnasında ise tüyler iyice açılarak aralarından havanın geçmesine elverişli bir hale gelirler. Kuşlar, uçabilme yeteneklerini koruyabilmek için belirli dönemlerde tüy dökerler. Görevlerini tam olarak yerine getiremeyen yıpranmış ya da yırtılmış büyük tüyler hızla yenilenirler.

Tüylerdeki bu detaylı yapı her kuşta vardır. Hepsinin tüyleri uçmalarını sağlayan özelliklere sahiptir. Burada anlatılanlar üzerinde düşünen ve aklını kullanabilen bir insan, kuşlardaki tasarımı fark edecek ve bu tasarımın Allah'a ait olduğunu da hemen anlayacaktır. Sadece kuşların bu özelliğini düşünmek bile Allah'ın ne kadar büyük bir güce sahip olduğunu anlamak için yeterlidir.

Kuran'daki ayetlerde iman eden insanların Allah'ın yarattığı canlılar üzerinde düşündüklerinden ve şöyle söylediklerinden bahsedilir:

Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah herşeye güç yetirendir. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardı ardına gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki: "Rabbimiz, sen bunu boşuna yatarmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 189-191)


KUŞLARIN SÜZÜLME TEKNİKLERİ

Uçmak çok enerji gerektiren bir iştir. Kuşlar ise küçük canlılardır ve vücutlarında depoladıkları enerji kısıtlıdır. Kuşlar ihtiyaç duydukları enerjinin büyük bölümünü özel uçuş teknikleri kullanarak elde ederler. Havada kanat çırpmadan süzülme kuşların en çok kullandıkları tekniklerden biridir. Örneğin akbabalar, uygun bir yükseklikte süzülerek uçabilmek için, ısı dalgalarına dayalı özel bir yöntem kullanırlar. Bir ısı dalgasından diğerine süzülerek gün boyunca çok geniş bir alan üzerinde uçabilirler.

Bir yerden bir yere göç eden kuşlar da enerjiden tasarruf etmek için süzülme tekniklerini kullanırlar. Örneğin leylekler göç sırasında ısı dalgalarını kullanarak uçarlar. Orta Avrupa'da yuva yapan beyaz leylek, kışı Afrika'da geçirmek için yaklaşık 7.000 km uzağa göç eder. Eğer tüm yolu kanat çırparak geçmeye kalksa yolculuk boyunca dört yerde konaklaması gerekecektir. Ama beyaz leylek yolculuğunu üç haftada ve günün 6-7 saatini, ısı dalgaları arasında planör uçuşu yapıp, enerjisinin büyük bir kısmından tasarruf etmiş olarak tamamlar.

Su, karadan daha yavaş ısındığı için, denizlerin üstünde ısı dalgaları oluşmaz. İşte bu nedenle göç eden kuşlar uzun deniz yolculukları yerine karaların üzerinden göç etmeyi tercih ederler. Bazı dönemlerde gökyüzünü kaplayan leylek sürülerini hepiniz görmüşsünüzdür. Bunun nedeni leyleklerin de karaların üstünden göç etmeyi tercih eden kuşlardan olmalarıdır. Siz denizlerin üstünde sıcak havanın olmadığını bilmiyor olabilirsiniz ancak leylekler bunu çok iyi bilirler.

Albatros, martı ve öteki deniz kuşları ise, yüksek dalgaların oluşturduğu hava akımlarını kullanarak enerji tasarrufu yaparlar. Dalga tepeleri üzerinde uçan bu deniz kuşları, yukarıya doğru sapan havanın kaldırma kuvvetinden faydalanırlar.


Burada verilen birkaç örnekte de görüldüğü gibi bütün kuşlar hangi tekniği kullanacaklarından, nerelere gitmeleri, hangi yolları kullanmaları gerektiğinden haberdardırlar. Sıcak hava akımı kullanarak uçanlar ya da dalgaların oluşturduğu hava akımlarını kullananlar hiç karışıklık yaşamazlar. Çünkü Allah her canlıya ihtiyacı olan bilgileri ilham eder. Onlar da bu sayede nasıl davranacaklarını çok iyi bilirler. Allah Kuran'da kuşların havadaki hareketlerine dikkat çekmiş ve bir ayetinde şöyle buyurmuştur:

Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (Nur Suresi, 41)

 
 
SUYU MAKAS GİBİ KESEN SU KUŞU

Pek çok kuş kanatları suya temas ettiğinde uçamaz, çünkü su tüylerini birbirine yapıştırır ve kuş kanatlarını hareket ettiremez hale gelir. Su kuşları ise bütün gün suya dalıp çıkarlar ancak onlara hiçbir şey olmaz. Bu şaşırtıcı durumun nedenini siz de merak ettiniz değil mi?

Su kuşlarının kanatlarında suyla temas ettiğinde tüylerinin birbirine yapışmasını önleyen bir yağ vardır. Bu sayede kuşlar suya rahatlıkla dalar ve çıkarlar. Skimmer da bir su kuşudur ancak bu yağdan yoksundur. Bu nedenle diğer su kuşları gibi avlanmak için dalış yapamaz. Peki suya giremeyen bu kuş nasıl beslenecektir?

Çok şefkatli ve sonsuz merhametli olan Allah kuşun alt gagasını üsttekinden daha uzun olarak yaratmıştır. Uzun alt gaganın uçları dokunmaya karşı hassastır. Ayrıca bu su kuşunun kanatları öyle kusursuz tasarlanmıştır ki, suyun hemen üstünde hiç kanat çırpmadan uzunca bir süre süzülebilir. Alt gagasını suya sokarak ve tıpkı bir makas gibi suyu keserek uçar. Hassas gagası bir ava dokunduğunda kuş hemen anlar ve avını yakalar. Bu kuş Allah'ın bütün canlıları hiçbir örnek olmadan yarattığının delillerindendir.

 

... Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O,
bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin
karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta
olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir
kitaptadır.
(Enam Suresi, 59)

JET MOTORLARI GİBİ HAREKET EDEN MÜREKKEP BALIKLARI

Mürekkep balıkları, her ne kadar "balık" ismini taşısalar da, diğer balıklardan farklıdırlar çünkü vücutlarında kemik yoktur. Kemikleri olmayan bu balıklar nasıl hareket ediyorlar diye düşünmüş olabilirsiniz. Mürekkep balıkları çok şaşırtıcı bir hareket yeteneğine sahiptirler. Yumuşak dokulardan oluşan vücutları kalınca bir deri tabakası ile kaplanmıştır. Bu deri tabakasının altında bulunan kaslar aracılığıyla vücutlarına su toplar ve daha sonra bu suyu kuvvetlice geri püskürterek yüzerler.

Mürekkep balığının su püskürtmeye dayanan bu sistemi oldukça karmaşıktır. Hayvanın başının iki yanında cebe benzeyen birer açıklık bulunur. Balık bu açıklıktan aldığı suyu vücudunun içinde bulunan silindir şekilli bir boşluğa çeker. Daha sonra içerideki bu suyu, başının hemen altında bulunan ince bir borudan yüksek basınç ile püskürtür. Hayvan bu sayede meydana gelen tepki ile ters yöne doğru hızla hareket eder. Ayrıca kendisini avlamak isteyen düşmanlarından da ani bir hızlanma ile kaçar. Eğer kaçış hızı yeterli gelmezse ne olur diye düşünmüş olabilirsiniz. Bu durumda da mürekkep balığı vücudunda ürettiği koyu renkli boyayı bir bulut şeklinde düşmanlarına doğru püskürtür. Bu bulut saldırganda büyük bir şaşkınlığa yol açar. Bu birkaç saniyelik şaşkınlık mürekkepbalığı için yeterlidir. Çıkardığı bulutun arkasında görünmez olan mürekkep balığı hızla bölgeden uzaklaşır.

Diğer canlılarda olduğu gibi mürekkep balığının bu özellikleri de herşeyin yaratıcısı olan Allah'ın eseridir. Allah Kendisinden başka ilah olmadığını bir ayette şöyle haber vermektedir:


De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. (Zümer Suresi, 10)

 

YABAN KAZLARI

Yaban kazları 8.000 metre gibi inanılması güç bir yükseklikte uçabilirler. Bu çok zor bir iştir, çünkü pek çok canlı bu yükseklikte nefes alamaz. Bunun nedeni atmosferde yükseklere çıkıldıkça havadaki oksijen oranının azalmasıdır. Bu durum yükseklerde soluk almayı güçleştirir. Bizim de bir tepeye ya da dağa çıktığımızda zorlukla nefes almamızın nedeni budur. Dolayısıyla atmosferin bu denli seyrek olduğu bir yükseklikte uçan kuş, daha hızlı kanat çırpmak zorunda kalacaktır. Çok kanat çırpmak için de kuşun daha çok oksijen yakması gerekecektir. Bu ise kuşun işini çok zorlaştıracak bir durumdur. Ancak kuşlar binlerce metre yükseklikte uçsalar da hiçbir zaman bir zorlukla karşılaşmazlar. Çünkü bu hayvanların ciğerleri, yükseklerdeki seyrek oksijenden en yüksek oranda faydalanabilecek şekilde yaratılmıştır.

Diğer canlılardan farklı şekilde çalışan akciğerleri, kuşların seyrek havadan normalden daha fazla enerji almalarını sağlar. Bu ise Allah'ın yaratmasının kusursuzluğunu bize kanıtlayan örneklerden biridir.

 
 
BENZERSİZ BİR GÜVENLİK SİSTEMİ

 
Su yüzeyine yakın yaşayan bazı canlılar hem su üzerinden, hem de dipten gelebilecek tehlikelerle karşı karşıyadırlar. Bu canlılar hiç akla gelmeyecek bir savunma sistemine sahiptirler, bu canlıların renkleri şeffaftır. Resimlerde de gördüğünüz gibi bu özellikleri sayesinde düşmanları tarafından fark edilmezler. Yengeç, karides ve balık yavruları da bu şekilde, şeffaf olarak yaratılmışlardır.

Bu küçük canlıların, kendi kendilerine yaşadıkları yerin durumunu belirleyip ona göre bir renk almış olamayacakları çok açıktır. Ayrıca bu hayvanlar kendilerini korumaları gerektiğini nereden bilmektedirler? Etrafta düşmanları olduğunu ve şeffaf oldukları takdirde fark edilmeyeceklerini nasıl bilebilirler?


Resimlerdeki şeffaf karidesleri görebiliyor musunuz? Allah'ın şeffaf bir bedenle yarattığı bu canlıları düşmanları da görmekte zorlanırlar.


Herşeyi kusursuz bir şekilde yaratan Allah, bu küçük ve savunmasız canlıları da mükemmel bir tasarımla yaratmıştır. Allah koruyan, gözeten ve muhafaza edendir. Sonsuz şefkatli olan Rabbimiz tüm canlılar için özel bir korunma yöntemi yaratmıştır. Bu canlılar da şeffaflıkları ile korunmaktadırlar. Allah bütün canlıları eksiksiz yaratandır. Rabbimiz herşeyi en mükemmel şekilde yarattığını ayetlerinde bize şöyle haber vermektedir:

O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)

CEVİZİ SEVEN SİNCAPLAR

Bu bölümde, Allah'ın sevimli sincapları yaratırken onlara verdiği bazı ilginç özellikleri öğreneceksiniz. Arkadaşlarınız bu minik, sevimli canlılar hakkında öğrendiklerinize çok şaşıracaklar.

Sincaplar, daha çok Avrupa kıtasındaki ormanlarda yaşarlar. Boyları 25 cm., yani sizin ellerinizle iki karıştır. Vücutlarının arkasında, hemen hemen kendi boyları kadar uzun, yukarı doğru duran, geniş ve gür tüylerden oluşan kuyrukları bulunur. Herşeyi bir amaçla yaratan Allah'ın, sincaba böyle bir kuyruk vermesinin de elbette bir nedeni vardır: Sincap, bu kuyruk sayesinde dengesi bozulmadan ağaçtan ağaca atlar.

Sincap, minik sivri tırnakları sayesinde ağaçlara tırmanabilir. Bir dalın üstünde koşabilir, baş aşağı sallanabilir ve o şekilde ilerleyebilir. Özellikle gri sincaplar bir ağacın en uçtaki dalından 4 metre uzaktaki bir başka ağacın dalına rahatlıkla atlayabilirler. Havada uçarken de kollarını ve bacaklarını açarak adeta bir planör gibi hareket ederler. Bu esnada yassılaşan kuyrukları ise hem dengelerini sağlar hem de yönlerini ayarlayan bir dümen görevi görür. Hatta kendilerini 9 metre yükseklikten boşluğa bırakıp dört ayaklarının üzerine yere yumuşak iniş yapabilirler.
 

KIRILSA DA YENİLENEN DİŞLER

Sincapların bir insanın asla sahip olamayacağı keskinlikte ve sağlamlıkta dişleri vardır. Ağızlarının ön tarafında, sert maddelerin kemirilip kırılmasını sağlayan kesici dişler, arka uzun boşlukta ise azı dişleri bulunur. Biz bir cevizi kırmak istediğimizde, oldukça sağlam bir taş veya bu iş için özel olarak demirden yapılmış bir alet kullanırız. Bu minik hayvanlar ise ağızlarındaki keskin dişlerle bu işi kolaylıkla yapabilirler.

Sincapların dişlerinin bir ömür boyu nasıl sağlam kaldığını veya dişleri hasar gören sincapların daha sonra nasıl beslendiklerini -fındık, ceviz yediklerini- hiç merak ettiniz mi? İşte, herşeyi mükemmel bir uyum içinde yaratan Allah, onların dişlerine çok önemli bir özellik vermiştir. Bakın şimdi çok şaşıracaksınız; çünkü sincapların dişleri kırılıp-aşınsa bile, yerine hemen yenisi çıkar. Aşınan dişler sürekli uzayarak alttan yenilenir. Dahası, Allah bu özelliği yalnızca sincaba değil, yiyeceklerini kemirmek zorunda olan bütün canlılara vermiştir.

Şimdi şu sevimli sincapların neler yaptığını bir kere daha düşünelim... Artık siz de biliyorsunuz, sincaplar bir ağaçtan diğerine düşmeden ve yuvarlanmadan atlayabilmek ve üstelik atlarken incecik dalları hedefleyip tam üstüne tutunabilmek gibi hareketleri bir sirk cambazı ustalığıyla yapabilirler.

Peki ama nasıl? İşte, tüm bunlar sincabın arka ayaklarını, mesafeleri çok iyi ayarlayabilen keskin gözlerini, güçlü pençelerini ve denge kurmasına yarayan kuyruğunu kullanması sayesinde olur. Ama hiç düşündünüz mü, acaba sincaba bu özellikleri veren ve bunları kullanmasını öğreten kimdir; sincap bu şekilde yaşaması gerektiğini nereden biliyor? Sincapların ailece ellerine cetvel alıp ormandaki her ağacın boyunu veya ağaç dallarını ölçmeleri mümkün olmadığına göre, sincaplar ağaçtan ağaca atlarken mesafeleri nasıl ayarlıyorlar? Ayrıca, sincaplar nasıl hiçbir yerlerini sakatlamadan ya da yaralanmadan bu kadar hızlı hareketlerle atlayıp zıplayabiliyorlar?

Hiç kuşkusuz bu sevimli hayvancıkları sahip oldukları bu özelliklerle birlikte yaratan ve onlara bu özelliklerini kullanmayı öğreten yaratıcıları olan Allah'tır.

Üstelik sincaplar yüksek ağaçların tepelerinde yetişen ceviz, kestane, fındık ve çam fıstığı gibi sert kabuklu besinlere ulaşabilmek için gereken bütün yeteneklere ve fiziksel özelliklere sahiptirler. Doğadaki bütün hayvanlar gibi sincaplar da, ihtiyaç duydukları yiyecekleri kolayca elde edebilecek şekilde, Allah tarafından özel olarak yaratılmışlardır.

Sincaplar kışın yemek bulmakta çok zorlanırlar. Bu yüzden yaz aylarında kış için yiyecek biriktirirler. Sincaplar kışın yiyecekleri besin maddelerini daha önceden toplayan canlılardandır. Ancak yiyecek depo ederken çok dikkatlidirler. Meyveleri ve buldukları etleri depo etmezler. Çünkü bu yiyecekler kısa zamanda bozulur, o zaman da sincaplar kışın aç kalırlar. Bu yüzden sincaplar kış için yalnızca ceviz, fındık ve kozalak gibi dayanıklı yemişleri toplarlar.

Sincaplara doğuştan bu bilgiyi veren ve bu şekilde beslenmelerini sağlayan ise Allah'tır. Burada Allah'ın sıfatlarından birisini görürüz. Bu, Allah'ın "rızık veren", yani "yarattığı her canlıya yiyecek veren" sıfatıdır.

Kış için yiyecek depolayan sincaplar, çeşitli yerlere gömdükleri fındıklarını mükemmel koku duyularını kullanarak bulurlar. Öyle ki, 30 cm.'lik karın altına gizlenmiş olan fındıkların bile kokusunu alabilirler.

Yiyeceklerini keselerinde taşıyan sincaplar bunları yuvalarına götürürler. Bu inlerde birden çok yerde besin depolarlar. Fakat çoğunun yerini daha sonra unuturlar. Ancak bunun bile   Allah tarafından belirlenmiş bir sebebi vardır. Çünkü sincapların unutup yer altında bıraktıkları yemişler zamanla ormanın içinde filizlenip gelişerek tekrar yeni ağaçlar oluşturur.

Sincapların da pek çok canlıda olduğu gibi kendi aralarında kullandıkları haberleşme yöntemleri vardır. Örneğin kırmızı sincaplar düşman gördüklerinde kuyruklarını sallar ve heyecanlı sesler çıkarmaya başlar. Bu haberleşme yöntemlerinin dışında yüksek dallarda koşarak hareket edebilen sincaplar kuyruklarını denge sağlamak için de kullanır. Yönlerini de kuyruklarını çevirerek değiştirirler. Sincapların kuyrukları bir geminin dümeni ile aynı işlemi görür. Sincapların bıyıkları da dengelerini sağlamada önemli bir unsurdur. Bıyıkları kesilen sincaplar dengelerini koruyamazlar. Aynı zamanda sincaplar bıyıklarını geceleri dolaşırken etrafta bulunan nesneleri hissetmek için de kullanır.

Çocuklar! Sincapların bir de uçan cinsleri olduğunu biliyor muydunuz?  Avustralya'da yaşayan ve boyları 45 cm. ile 90 cm. arasında değişen "uçan sincaplar"ın bütün türleri ağaçlarda yaşar. Aslında yaptıkları tam olarak uçma değildir. Bir ağaçtan diğerine uzun atlayışlar yaparak hareket ederler. Ağaçlar arasında bir planör gibi uçarak hareket eden bu canlılarda kanat yoktur, uçma zarı vardır. Uçan sincapların bir türü olan "şeker uçan sincapları"nın uçma zarı, ön bacaklardan arka bacaklara doğru uzanır; dardır ve püsküle benzer uzun tüyleri vardır. Bazı türlerindeyse uçma zarı kürklü bir deriden oluşan bir zar halindedir. Bu zar ön ayağın bileğine kadar uzanır. Uçan sincap, bir ağacın gövdesinden fırlar ve gerilmiş derinin planöre benzeyen etkisiyle bir seferde ortalama 30 m.'lik bir uzaklık aşabilir. Hatta kimi zaman arka arkaya 6 kaymayla 530 m.'lik bir mesafe alabildikleri gözlenmiştir.

Boyut olarak küçük olan hayvanlar hareket etmediklerinde hızla ısı kaybeder ve donma tehlikesi ile karşılaşırlar. Bu da onlar için özellikle uykuda oldukları vakitlerde bir tehlike oluşturur. Ama Allah her canlı türü için olumsuz dış şartlardan etkilenmemelerini sağlayacak korunma yöntemleri yaratmıştır. Örneğin sincap gibi canlılar kalın bir kürke benzeyen kuyruklarını vücutlarının etrafına sarmalayıp, bir top gibi kıvrılarak uyur. Sincapların kuyrukları tıpkı bir palto gibidir. Soğuk havalarda uyuduklarında kuyrukları sayesinde donmaktan kurtulur.

HAVUCU SEVEN TAVŞANLAR!

Evlerimizde beslediğimiz, o bembeyaz tüylerini okşadığımız ve havuç kemirişlerini seyretmekten büyük zevk aldığımız tavşanlar hakkında da yeni bilgiler öğrenmeye ne dersiniz? Bakalım bu sevimli hayvanların hem bilmediğimiz, hem de ilginç ne özellikleri varmış:

Bir tavşanın yanına yaklaşmaya çalışırsanız ne kadar hızlı kaçtığını hemen fark edersiniz. Bu sevimli hayvanların, kafalarını eğmiş ot yerken bile o uzun kulaklarıyla düşmanlarını çok rahat fark edebildiklerini biliyor muydunuz? İşte, bu keskin işitme yeteneklerinden dolayı, kendinizi fark ettirmeden onlara yaklaşmanız çok zordur. En ufak bir sesi veya kıpırtıyı hissedip, olanca hızlarıyla kaçarlar.

Tavşanlar büyüdüklerinde 50-70 cm. arasında bir boya ulaşırlar. Arka bacakları ön bacaklarından daha uzun ve güçlüdür. Bu özellikleri sayesinde saatte 60-70 km hızla koşabilir ve bir seferde 6 metre ileriye sıçrayabilirler. Bir tavşan şehir içinde giden bir arabadan daha hızlı koşabilir.

Tüm tavşanlar yaratılıştan bu özelliklere sahip olarak doğarlar. Allah onları hızlı koşucular olarak yaratarak, düşmanlarından kolayca kaçabilmelerini sağlamıştır.

Sizce bir tavşana "en çok ne yemeyi seversin?" diye sorsak ne cevap verir bize? Evet, haklısınız "havuç" der (havucun gözlerimize ne kadar iyi geldiğini de unutmayalım). Peki, tavşanların yeraltında kazdıkları yuvalarda yaşadıklarını, havuçların da tam onların yerin altındaki yaşantılarına uygun şekilde yerin altına doğru büyüdüklerini biliyor muydunuz? Evet, sizin de bu sorudan anladığınız gibi havuçlar tavşanların beslenme ihtiyaçlarını karşılamalarına en uygun şekilde yaratılmışlardır.

Allah, bizler için de herşeyi kullanmamıza en uygun şekilde yaratmıştır. Kış aylarında büyüklerinizin size sık sık yedirdiği portakalı düşün. Eğer kabuğundan dilimlenmiş bir şekilde çıkmasaydı, o sulu haliyle onu yememiz çok zor olurdu. Oysa çevrenizde gördüğünüz herşeyi yaratan Allah, kış aylarında içindeki C-vitamini sayesinde bizi hastalıklardan koruyan bu lezzetli meyveyi bizim için özel olarak dilimlenmiş ve paketlenmiş olarak yaratmıştır. Tekrar tavşana dönelim! Tavşan, kendisine çok sevimli bir hava veren ve sürekli uzayan ön dişleri sayesinde havuçları kolaylıkla kemirebilir.

Allah canlılara yiyecek içecek ihtiyaçlarından başka yaşamlarını kolaylaştıracak başka birçok özellik vermiştir. Yeryüzünde farklı özelliklere sahip çeşit çeşit tavşanlar vardır. Örneğin, soğuk bölgelerde yaşayan tavşanlar genelde beyaz renklidir. Bu onların karlar üstünde fark edilmemeleri ve kolayca saklanmaları için önemli bir özelliktir. Ayrıca diğerlerine göre daha büyük olan yabani tavşanların, bacakları ve kulakları daha uzundur. Çöllerde yaşayan Amerikan tavşanının ise iri kulakları vardır. Bu kulaklar tavşanın serinlemesine yardımcı olurlar.

Hayvanların çoğu doğada kendileri için belirledikleri bölgelerde yaşamlarını sürdürürler. Bunu insanların kendilerine ve ailelerine mahsus evlerde yaşamalarına benzetebiliriz. Hayvanlar ve hayvan toplulukları genelde diğerlerinin yaşadıkları bölgelere girmemeye özen gösterirler. Hayvanlar kendi yaşam bölgelerini belirlemek için "koku bırakma" yöntemini kullanırlar. Örneğin ceylanlar kendi bölgelerini belirlemek için uzun ince dallara ve otlara, hemen gözlerinin altındaki bezlerden salgılanan ve katran gibi kokan bir madde bırakırlar. Bu koku diğer ceylanların bölgenin bir sahibi olduğundan haberdar olmalarını sağlar. Ren geyiklerinin ise, arka ayaklarının ucunda koku bezleri vardır. Bu bezlerden salgılanan koku, bölgelerini işaretlemelerine yardımcı olur. Tavşanlar da çenelerindeki bezler ile bir koku bırakarak bölgelerini işaretlerler.

Gördüğünüz gibi Allah hayvanları çok ilginç ve önemli özelliklerle yaratmıştır. Tüm bunları öğrendiğimizde ise biz Allah'ın kusursuz yaratışına hayranlık duyarız. Allah'ın hepimizin yaratıcısı olduğunu hatırlar ve O'na şükrederiz. Unutmayın çocuklar; Allah Kuran'da insanlara her zaman nimetleri düşünüp şükretmelerini emretmiştir. Bir ayetinde şükredenleri ödüllendireceğini şöyle bildirmiştir: …Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz. (Al-i İmran Suresi, 145) Çocuklar! O zaman siz de her zaman gördüğünüz nimetler ve güzelliklere şükretmeyi sakın unutmayın.

          

 

SADIK DOSTLARIMIZ: KÖPEKLER 

Köpekler, birçok canlıdan çok daha zeki ve eğitilmeleri çok daha kolay olan hayvanlardır. İyi eğitimli olanları kimi zaman bekçi köpeği olarak kullanılır. Bir bekçi köpeği kendi vücudundan 5-6 kat büyük bir canlıyı etkisiz hale getirebilir. Ancak, çok ilginçtir ki, tehlike anlarında böylesine vahşi olabilen bu köpekler sahiplerine hiç zarar vermezler. Kendi canlarını sahipleri için tehlikeye atabilirler ve ne olursa olsun sahiplerini zorluk anlarında terk etmezler.

Köpekleri sevmemizin bir başka nedeni ise kuşkusuz çok oyuncu olmalarıdır. Ayrıca, köpekleri tasmalarından tutup dolaştırmak da çok zevklidir. Bir de uzun tüylü ise ve sevimli sevimli bakıyorsa hemen biz de bir tanesine sahip olmak isteriz.

İşte, farklı türlerde ve renklerde, büyüklü-küçüklü, tüylü-tüysüz yüzlerce köpek çeşidinin olması Allah'ın canlıları yaratırken hiçbir örnek olmadan, benzersiz, örneksiz yaratmasının en güzel göstergelerinden biridir. Kuran ayetlerinde Rabbimizin örneksiz yaratışı şöyle anlatılır: Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır... O, herşeyi yaratmıştır. O, herşeyi bilendir. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. (Enam Suresi, 101-102) Şimdi bir düşünün, bugüne kadar hiç köpek görmemiş olsaydınız ve sizden bir köpek resmi çizmeniz istenseydi, bunu yapabilir miydiniz? Tabii ki yapamazdınız. Böyle olması da çok normal. Bunu yalnızca siz değil, hiç kimse yapamazdı. Çünkü insan, doğada benzeri olmayan hiçbir şey yapamaz.

Örneğin, uçaklar kuşların uçuş sistemleri taklit edilerek yapılır. Robotlar insanların vücut sistemleri taklit edilerek üretilir. Oysa Rabbimiz, yeryüzündeki sayısız canlı türünü örneksiz, benzersiz yaratmıştır. Kutuplarda yaşayan sevimli penguenleri, ormanlar kralı aslanı, yunusları, kelebekleri, kuşları, arıları... Kısaca tüm canlıları yaratan Allah'tır.

Tüm canlılara kendilerine ait özellikler veren Allah, köpeklere de diğer canlılardan farklı fiziksel özellikler vermiştir. Örneğin, köpeklerin dişlerinin sayısı bizimkinden on tane daha fazla, tam 42 tanedir. Böylece yiyeceklerini, özellikle de kemikleri rahatlıkla ağızlarında ufalayıp öğütebilirler. Ayrıca, köpekler gözlerindeki özel bir yaratılış sayesinde karanlıkta insanlardan çok daha iyi görürler. Hareketli cisimleri çok daha uzaktan algılayabilirler. Öte yandan, köpekler, bizim duyamadığımız bazı sesleri duyabildiklerinden; sesleri, insanlardan 4 kat daha uzak mesafeden fark edebilirler. Mesela köpeklere emir vermeye yarayan köpek düdüğünün sesini insanlar duymaz, ama onlar çok rahat duyabilirler.

Köpeklerin koku alma duyuları da çok güçlü yaratılmıştır. Beyinlerindeki koku alma merkezi insanlardan 40 kat daha fazla gelişmiştir. Bu nedenle köpeklerin koku alma yeteneği, insanlardan çok daha üstündür.

Tüm bu özellikleri sayesinde köpekler, avın kokusunu alıp, izini sürerek, avcıların vurdukları avları kilometrelerce uzakta da olsa bulup getirirler. Polis köpekleri kendilerine koklatılan küçük bir eşyadan yola çıkarak o eşyanın sahibini bulabilirler. Örneğin; Sen Bernard cinsi köpekler, hani şu kocaman sarkık yanaklı olanlar, son derece duyarlı burunları ile kar altında gömülü kalan yaralıları kolayca bulup çıkarabilirler. İşte, köpeklerin sahip olduğu bu olağanüstü duyu organı başlı başına bir mucizedir.

Köpekler, havayı solumak için de burunlarını kullanırlar. Hava buradan geçerken süzülür, ısıtılır, nemlendirilir ve oradan da ciğerlere dolar.

Bu sevimli canlılar, insanlarda olduğu gibi vücut ısılarını düzenlemek için terlemezler, çünkü vücutlarında ter bezleri yoktur. Isı ayarını solunum sistemleriyle yaparlar. Köpeklerin vücutlarındaki tüyler ise dışarıdan gelen ısının deri ile temasını önler. Hava sıcaklığının artmasıyla köpeklerin vücut ısıları da artar; vücut ısısı artan köpekler meydana gelen fazla ısıyı dillerini çıkararak atarlar. Böylece sıcak günlerde kalın tüylerine rağmen terlemezler. Allah onlara öyle mükemmel bir sistem vermiştir ki; insanların yarım saat hareket edince hemen terlemesine rağmen, saatlerce hiç durmadan koşan köpekler yine de terlemezler. Artık bunları bildiğinize göre, sıcak havalarda dilleri dışarı sarkmış köpekler gördüğünüzde onlar için üzülmenize gerek olmadığını da anladınız.

Siz de gördüğünüz köpekleri düşünürseniz hemen hatırlayacaksınız, köpeklerin vücutları hep yumuşak ve parlaktır. İşte, onların derilerine bu yumuşaklığı ve parlaklığı veren, derilerinde çok bol bulunan yağ bezleridir.

Bir de, köpeklerin vücutlarında bizde olmayan bazı özel sistemleri vardır. Bu sistem sayesinde, hayvanın yürürken sürekli yere sürtünen patileri tahriş olmaz, pençeleri de aşınıp kurumaz. Gördüğünüz gibi Rabbimiz, yarattığı bu canlının en küçük bir sorununu dahi onun için yarattığı bir koruma mekanizması ile çözmüştür. Rabbimiz herşeyi birbiriyle uyumlu yaratandır. Bu örnekte de gördüğümüz gibi  Allah her canlıyı ihtiyacı olan özelliklerle donatmıştır. Böyle örnekler bizi düşünmeye ve Rabbimizin yaratışındaki sanatı fark etmeye yönlendirir.

KÜÇÜK BEYAZ KUZULAR

Belki dikkatinizi çekmiştir, kuzuların hepsi küçük, sevimli ve masum yüzlüdür. Bir de yine onlara benzeyen fakat daha iri olanları vardır. Bunlar da, kuzunun annesi olan koyunlardır. Kuzuyla annesi arasında çok güçlü bir bağ olduğunu biliyor muydunuz? Bu güçlü bağ ise koyun kuzuyu doyurmaya başladığı zaman oluşur.

Koyun, kuzuyu doğurduğu an, onu diliyle temizlerken aldığı tadı ve kokuyu bir daha asla unutmaz. Bu yüzden de başka tat ve kokudaki kuzuyu yanına kabul etmez. İnsan bile hastanede kendisine başkasının bebeği verilse bunu farkedemezken, koyunun kendi yavrusunu kalabalık bir sürünün içinden yanılmadan bulması gerçekten hayret vericidir.

Oysa, koyunun kendi yavrusunu tanımak için fazla zamanı yoktur, doğum yaptığı an bunu başarmak zorundadır. Yoksa o kalabalık sürüde bir daha kuzusunu asla bulamaz. Ama böyle bir sorun yaşanmaz. Çünkü, Allah, koyuna yavrusunu doğurduğu an, tadını ve kokusunu öğrenmek için hemen yalaması gerektiğini ilham etmiştir.

Peki, yağmurlu havalarda kuzuların yağmurdan korunmak için ne kullandıklarını biliyor musunuz? Postlarını!.. Kuzu postu, çok yumuşak ve yağlı bir tabakadan oluştuğu için kuzunun ıslanmasına engel olan bir yağmurluk görevini görür. Böylece yağmurlu havalarda tüylerinin kıvrık ve kuru kalmasını sağlar.

Ayrıca, bu sevimli kuzuların en büyük özelliklerinden biri geviş getirmeleridir. Siz hiç geviş getiren bir hayvan gördünüz mü? Görmediyseniz anlatalım. Ot yiyen hayvanların bir kısmı geviş getirirler. Bu hayvanların 4 adet midesi vardır. Hayvan yemek yediği zaman besin ilk önce mideye gider, bir süre sonra tekrar ağza gelir. Hayvan tekrar çiğnedikten sonra ise diğer mideye gider. Bu işleme "geviş getirmek" denir. Rabbimiz, bazı hayvanlara sindirimi zor besinleri kolay hazmetmeleri için böyle bir özellik vermiştir.

Koyunların ve kuzuların bizim için birçok yararı vardır. Bize her gün süt verirler. Sütün içindeki kalsiyum kemiklerimizin ve dişlerimizin gelişimi için çok önemlidir. Sütten yoğurt, peynir gibi temel gıdalar yapılır. Pasta, börek ve diğer yemeklerde de bunlar kullanılır. Kısacası süt en çok kullandığımız ve bize en faydalı olan gıdalardan biridir. Ayrıca yünlerinden elde edilen ipliklerle de giyinmemiz için kumaş üretilir. Birçok kullanım alanı olan iplikler yaşamımızı çok kolaylaştırmıştır. Allah'ın insanlara indirdiği kitap olan Kuran'da da bu hayvanların insanlara sağladığı faydalar aşağıdaki ayetlerle anlatılmıştır: ... Size hayvan derilerinden hem göç gününde, hem de yerleşme gününde kolaylıkla taşıyabileceğiniz evler; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir zamana kadar giyimlikler döşemelikler ve (ticaret için) bir meta kıldı. (Nahl Suresi, 80)

... İçenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66) Gerçekten aynen bu ayetlerdeki gibi koyunlardan ve kuzulardan yararlanıyoruz. Allah'ın bizim için yaratmış olduğu bu nimetler için çok şükretmeliyiz.

VEFAKAR ARKADAŞLARIMIZ: ATLAR

Köpeklerden sonra en sadık dostlarımızın atlar olduğunu biliyor muydunuz? Evcil atlar, sahiplerini hiçbir zaman terk etmezler.

25 'ten fazla türü olan bu sadık dostlarımız hiç yorulmadan bizi kilometrelerce uzağa taşıyabilirler. Atlar, tarih boyunca insana en çok yardımcı olmuş hayvanlardır.

Bugün sokaklarda binlerce araba ve bu arabalar için yapılmış yollar var. Oysa, bu arabalar ancak son yüzyılda insanlara hizmet etmeye başlamışlardır. Sizin dedenizin dedesinin doğduğu yıllarda hiç kimse araba diye bir şeyin varlığını bilmiyordu. O tarihte ulaşım ve taşıma işleri hayvanlar, özellikle de atlar sayesinde yapılıyordu.

Peki, atların yaşının kesici dişlerinin aşınıp yıpranmasına göre anlaşıldığını biliyor muydunuz? Atların yediği ot, kumlu ve tozlu olduğu için dişleri zamanla aşınır. Ancak Allah atların dişlerini çok uzun yaratmıştır. Bu dişler çene kemiğinin çok derinlerine kadar gömülen uzun şeritler halindedir. Yani dişlerin kök kısmı bizimkilere göre çok daha derinlerdedir. Diş aşındıkça kemiğin içindeki bölüm dışarı çıkar. Hatta yaşlı atlarda dişlerin kökü diş etinin yüzeyine gelir. Her bir diş, yemek yeme kabiliyetini yitirmeden 2.5-5 cm aşınabilir. İşte biz de bu aşınmanın miktarına göre atların yaşını tahmin edebiliriz. Düşünsenize; eğer Rabbimiz atlara böyle bir özellik vermeseydi, bu hayvanlar kısa sürede dişlerini kaybedip açlıktan ölürlerdi..

Rabbimiz, atın tüylerine de çok önemli bir özellik vermiştir. Atların tüyleri vücut ısılarının ayarlanması için termostat, yani ısı ayarlayıcısı görevi görür. Vücutları her zaman 38 derece sıcaklıkta olmalıdır. Bu ısının korunması için soğuk kış günlerinde atın tüyleri uzar, sıcak mevsimlerde ise dökülür ve vücut ısısının sabit kalmasını sağlar.

İşte size ilginç bir özellik daha: Atlar ayakta uyurlar! Peki nasıl olur da uyurken yere hiç düşmezler biliyor musunuz? Çünkü bacak kemiklerinin kilitlenebilme özelliği vardır. Rabbimizin verdiği bu özellik sayesinde atlar hem ayakta uyuyabilir hem de çok ağır yükleri taşıyabilirler. Oysa insanlar, oturdukları yerde uyuya kaldıkları zaman bile başlarının yana düşmesini engelleyemezler.

Atların bacakları yalnız ağır yükleri taşıyabilmeleri için değil, aynı zamanda da hızlı koşabilmeleri için özel yaratılmıştır. Atlarda, diğer hayvanlarda olduğu gibi köprücük kemiği yoktur. Bu da onların daha büyük adım atabilmelerini sağlar. Ayrıca atların bacaklarında hızlandıkça harcadıkları kuvveti düşüren buna karşın hareket edebilme yeteneklerini artıran bir kemik-kas mekanizması vardır. Bu mekanizmanın çalışmasını otomobillerdeki vites sistemine benzetebiliriz. Hızlanan bir arabanın vitesini büyütmesi gibi atlar da hızlandıkça adeta vites büyütürler. İtme için harcanan güç azaltılırken, hareket yeteneği artar.

Peki atların vücutları niçin çok ağır yükleri taşımaları ve çok hızlı koşabilmeleri için dizayn edilmiştir? Normalde ağır yük taşıma ve hızlı koşma yeteneğine sahip olmak, atın çok fazla işine yarayacak özellikler değildir. Öyleyse atlar bu özelliklere niçin sahiptirler?

Cevap çok basittir. Atlara bu yetenekler kendileri için değil, insanlara faydalı olabilmeleri için verilmiştir. Yani atlar, Allah tarafından bu özellikleriyle insanlara hizmet etmeleri için yaratılmıştır. Rabbimiz  hayvanları insanlar için yarattığını ayetlerinde şöyle bildirmiştir:

Ve hayvanları da yarattı; sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz. Akşamları getirir, sabahları götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır. Kendisine ulaşmadan canlarınızın yarısının telef olacağı şehirlere onlar, ağırlıklarınızı taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve merhametlidir. Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkebleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır? (Nahl Suresi, 5-8)

 

PİJAMALI ATLAR:ZEBRALAR

Köpekler, birçok canlıdan çok daha zeki ve eğitilmeleri çok daha kolay olan hayvanlardır. İyi eğitimli olanları kimi zaman bekçi köpeği olarak kullanılır. Bir bekçi köpeği kendi vücudundan 5-6 kat büyük bir canlıyı etkisiz hale getirebilir. Ancak, çok ilginçtir ki, tehlike anlarında böylesine vahşi olabilen bu köpekler sahiplerine hiç zarar vermezler. Kendi canlarını sahipleri için tehlikeye atabilirler ve ne olursa olsun sahiplerini zorluk anlarında terk etmezler.

İnsana ilk bakışta atı hatırlatan zebralara, pijamalı sevimli atlar da denebilir. Zebralar, tıpkı atlarda olduğu gibi, yele denilen saçlara sahiptirler; vücut yapıları da atlara benzer şekilde yaratılmıştır ve en az onlar kadar hızlı koşarlar.


Yalnız ikisi arasında görünüm açısından bir fark vardır. Sizin de tahmin ettiğiniz gibi bu, zebranın başından tırnaklarına kadar tüm bedenini kaplayan düzgün şeritlerdir. Şerit deyip geçmeyin, çünkü bu düzenli çizgiler her zebrada farklıdır. Nasıl parmak izi her insanda farklıysa zebraların üzerindeki çizgiler de her birinde farklıdır. Bir zebranın çizgileri sanki onun kimlik kartı gibidir. Zebraların dikey çizgileri aynı zamanda önemli bir savunma unsurudur. Bir arada durdukları zaman kendilerini avlamak isteyen kaplan ve aslanlar bu çizgilerden dolayı sürüyü bir bütün olarak algılarlar. Bu durumda avcı, avlayacağı zebrayı seçmekte güçlük çeker, bu da zebralar için bir korunma olur.


Zebraların yaşamlarında önemli iki şey vardır, su ve ot...


Bazı günler ot ve su bulabilmek için sürü halinde 50 km yol yürüyebilirler. Fakat akşam tekrar yaşadıkları yere dönerler. Çünkü daha önce başka hayvanlar için de anlattığımız gibi, her sürü kendi için belirlediği bir bölgede yaşar.

Zebraların en hoşlandıkları şeyin toz-banyosu olduğunu biliyor muydunuz? Evet, çok ilginç ama doğru, zebralar toz banyosunu çok severler. Çünkü, toz banyosu üzerlerindeki asalak böcekleri temizler. Zebraların bir de onlara eşlik eden ve temizlenmelerine yardım eden misafirleri vardır. Oxpecker kuşu denilen bu kuşlar, zebraların üzerlerine konarlar ve zebraların hastalık kapmasına ve kaşınmasına yol açan asalak böcekleri üstlerinden tek tek ayıklarlar. Gördüğünüz gibi bütün canlıların yaşamlarını düzenleyen, idare eden ve birbirine yardımcı kılan Rabbimiz, hayvanlar aleminde de, onları birbirine yardımcı olarak görevlendirmiştir.

Küçük zebralar doğduktan yarım saat sonra titreyerek de olsa kalkıp yürümeye başlarlar. Hemen annelerine yönelerek onların sütlerini emerler. Süt onlar için çok faydalıdır. Allah'ın onlar için özel olarak yarattığı pembe renkteki süt, onları doğdukları andan itibaren hastalıklardan korur. Ayrıca bağırsaklarının da çalışmasını sağlar...


Allah'ın koruması altında olan tüm canlılar gibi zebralar da kendilerine öğretilen savunma sistemleri sayesinde yaşayabilirler. Bu savunma sistemlerinin birincisi, Allah'ın onlara doğuştan verdiği görme, işitme ve koku alma duyularının çok hassas olması sayesinde açığa çıkar. Bu duyu organlarının hassas olması zebraların düşmanlarını çok çabuk fark edip, kaçmalarına yarar. Koşmaya başladıklarında ise inanılmaz bir hıza ulaşırlar. İkincisi, sürü uykuya daldığında bir veya iki zebranın muhtemel tehlikeleri önceden haber vermek amacıyla nöbetçi kalmalarıdır.


İşte, zebralar insanların kullandığı savunma taktiklerine benzer savunma taktikleriyle hareket ederler. Ancak, bu hayvanların sürüler halinde uyum içinde yaşamaları ve belirli bir iş bölümü yapmaları ilginçtir. Çok açıktır ki, bunu onlara emreden, zebraları yaratan, onları bir araya toplayan, onlara yiyeceklerini veren Allah'tır. Eğer böyle olmasaydı zebraların uykularından vazgeçmelerini, gece boyu nöbetçilik yapan zebranın bu fedakarlığı niçin yaptığını hiç kimse açıklayamazdı.


Öte yandan, dünyaya gözlerini yeni açmış bir yavru zebra için, Allah'ın ona öğrettiği savunma taktiği çok daha basittir. Yavrunun tek yapması gereken annesinin yakınında olmaktır. Çünkü, yeni doğmuş bir zebranın dünyaya yeni açılmış gözleriyle ne sinsi düşmanlarını görmesi, ne de görse bile titrek bacaklarıyla onlardan kaçabilmesi mümkündür. İşte, Allah bu yavruya doğduğu andan büyüyünceye kadar annesinin yanından ayrılmaması gerektiğini ilham etmiştir. Yoksa zebra yavrusu doğar doğmaz kendisini düşmanların beklediğini, bu düşmanlardan korunabileceği en emin yerin annesinin yanı olduğunu nereden bilebilir?


Zebraların çoğu gizlenecek fazla yer olmayan açık otlaklarda yaşar. Bu nedenle hayatta kalabilmek için çok hızlı hareket etmek zorundadırlar. Zebraların tüm vücut yapıları bu ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yaratılmıştır. Örneğin bacakları çok uzundur, güçlü kasları ve geniş bir alana sahip olan akciğerleri vardır. Bu yüzden hiç yorulmadan ve yavaşlamadan çok uzun mesafeleri koşabilirler. Zebraların kemikleri de hafif olmasına rağmen oldukça güçlüdür.


Bundan başka zebralar sık sık su içme ihtiyacı hissederler. Suyun olmadığı bölgelerde ise koku duyularını kullanarak çukur açacak bir yer bulurlar ve temiz suyu ortaya çıkarırlar. Herhangi bir tehlike anında yetişkin zebralar, sürüdeki yavruları koruyabilmek için onları sürünün içine doğru iterler. Tüm zebra sürüsü koşarken yavrular daima kalabalığın iç kısmındadır ve daha iyi korunmak için annelerine yakın hareket ederler.

BENEKLİ KULE: ZÜRAFA

5-6 metrelik boylarıyla zürafaları benekli bir kuleye benzetebilirsiniz. Zürafaların en uzun yerleri boyunlarıdır. Boyunlarının uzun olması, ağaçların en üst dallarına kadar uzanıp oradaki filizleri ve bitkileri yiyebilmelerini sağlar. Zürafaların, hiç çiğnemeden yuttukları bu dikenli bitkiler önce dört bölmeli midelerine gider. Daha sonra bunları sindirmek için tekrar ağızlarına gönderir ve burada çiğnerler. En sonunda da tekrar yutarak midelerinin bir başka bölmesine gönderirler.

Ancak, burada çok ilginç bir ayrıntı var. Biraz evvel bahsettiğimiz gibi zürafalar midelerindeki dikenli bitkileri çiğnemek için ağızlarına geri gönderirler. Fakat, bu çok uzun bir yolculuktur. Besinin mideden ağza gidebilmesi için, beneklinin yaklaşık 3-4 metre uzunluğunda olan boynundan yukarı doğru çıkması gerekir. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi yemeklerin kendi kendine oraya çıkabilmesi mümkün değildir. Peki, zürafaların bunu nasıl başardıklarını merak ettiniz mi? Hemen söyleyelim. Zürafalar, besinleri yemek borusundan yukarı doğru çıkaracak asansör benzeri bir sisteme sahiptir. Tabii ki zürafaların, "yediklerimizi sindirmek için ağzımıza geri göndermeliyiz, bunu yapabilmek için de asansör gibi bir sistem inşa etmemiz gerekir" diye düşünmeleri mümkün değildir.


Öte yandan bu sistemin tesadüfen oluşması ise hiç mümkün değildir. Bir insan, "yıllar önce inşaat yapmak için gerekli malzemeleri koyduğum boş araziye gittim bir baktım malzemelerin yerinde kocaman bir bina duruyor, herhalde biraz yağmur biraz kar biraz da güneş, sonunda seneler için de bu binayı oluşturdu" dese, her halde bu kişiye çok gülersiniz. Hatta belki de aklını yitirmiş olduğunu düşünüp ona acırsınız. İşte, beneklinin asansör sistemli boynu için de "tesadüfler sonucunda oluşmuştur" demek aynı şeydir. Böyle bir sistem tesadüfen oluşamaz.


Üstelik bir zürafa, taş, toprak ve kerpiçten oluşan cansız bir bina değildir. Bu, koşan, acıkan, çocukları olan bir canlıdır. Hiç bunun tesadüfen oluşması, tesadüflerin ona sahip olduğu uzun boynu ve içindeki sistemleri vermesi mümkün müdür? Tabii ki değil...


Çok açıktır ki, zürafaya ihtiyacı olan herşey, doğuştan Allah tarafından verilmiştir. Allah, zürafanın ağzını ve mide yapısını bu iğneli ve dikenli bitkileri rahatça yiyebilmesi için özel olarak yaratmıştır.


Boyun yapıları gibi, zürafaların uyuma şekilleri de bize Allah'ın varlığını düşündürür. Zürafalar, boyunlarını arka gövdelerinin yanına uzatarak uyurlar. Birkaç dakika dışında bütün uykularını bu şekilde ayakta geçirirler. Bir de zürafalar hiçbir zaman aynı anda uyumazlar, mutlaka aralarından biri nöbet tutar. İşte, bu nöbetçinin uykusundan fedakarlık etmesi ve zürafaların bu konuda ortak karar alıp anlaşabilmeleri, bize tüm canlılar gibi beneklinin de Allah'ın kontrolünde olduğunu gösterir.


Şimdi, bu beneklilerin yemek yiyişlerini bir kenera bırakalım ve biraz da bu sevimlilerin su içmeleri hakkında konuşalım. Eminiz, zürafaların metrelerce eğilip nasıl rahatça su içebildiklerini öğrenince bu çok hoşunuza gidecek. Bu konuyu çoğu insan bilmez ya da bilse bile üzerinde düşünmek aklına gelmemiştir. Oysa, herşeyi yaratan Rabbimiz, bizlerin düşünen insanlar olmamızı ister.


İlk olarak şunu söyleyelim, bu uzun benekli kuleleri su içerken önemli bir sorun bekler.


Onları bekleyen sorunun ne olduğunu anlamanız için biraz insanlardan bahsedelim. Bildiğiniz gibi bir insan baş aşağı durduğunda veya amuda kalktığında yüzü kıpkırmızı kesilir. Bunun sebebi yerçekiminin etkisiyle önemli miktarda kanın insanın başına toplanmasıdır. Böyle bir durumda kan, başın içindeki damarlara bir basınç uygular ve bu kuvvete "kan basıncı" denir.


İşte, bu kan basıncı zürafalar su içerken de meydana gelir. Ancak ortada büyük bir problem vardır. Zürafaların boyları 5-6 metre olduğu için, bu yükseklikten aşağı inen kafaya etki eden kan basıncı da oldukça büyük olacaktır. Söz konusu kan basıncı bir insana uygulansa insan hemen beyni parçalanarak ölür.


Peki, zürafalar nasıl olur da su içerken beyin kanaması geçirmezler? Çünkü, uzayın, gökyüzünün, dünyamızın ve içinde yaşayan tüm canlıların yaratıcısı olan Allah, zürafaların başlarının içine çok özel bir mekanizma yerleştirmiştir. Zürafaların başlarındaki damarların içinde kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar, zürafanın başının yüksekliği değiştiğinde devreye girer ve kanın zürafanın başına basınç yapmasına engel olurlar. Böylece, zürafa rahatlıkla su içebilir.


Peki, zürafaların neden benekli olduğunu hiç düşündünüz mü? Çok estetik olan bu görüntü aslında onların saklanmalarını sağlar. Yaşadıkları ortamın rengi ile böyle bir uyum içinde olmaları düşmanları tarafından görülmelerini zorlaştırır. Çok büyük olmalarına rağmen, tek düşmanları olan ormanlar kralı aslandan bu sayede saklanabilirler.


Ayrıca zürafalar, bir tehlike anında koşarak 55-60 km. hıza ulaşabilirler. Koşmaya başladıklarında başlarını pompalar gibi ileri geri götürür ve kuyruklarını kıvırırlar. Koşarken diğer bir özellikleri ise, diğer hayvanlar gibi ayaklarını çaprazlama atmamalarıdır. Önce ön ve arka sol, daha sonra ön ve arka sağ ayaklarını kullanarak koşarlar. Aslanların bu yüzden zürafayı yakalaması çok zor olur.


Tabii bu durum yavru zürafalar için geçerli değildir. Onlar, henüz tam gelişmemiş bacaklarıyla anneleri gibi hızlı koşamazlar. Bu yüzden, aslanlar onları kolayca yakalayabilirler. Ancak, ilk başta da belirtiğimiz gibi bu sevimli, minik yavrular, annelerinin yanından hiç ayrılmazlar. Anneleri de öldürücü tekmeler atabilen uzun bacaklarını onları korumak için kullanırlar. Burada biraz durup düşünün. Zürafa dediğimiz canlı sonuçta bir hayvandır. Hayvanların aklı, zekası yoktur. İnsanlar gibi duyguları da yoktur. Yani bir tehlike karşısında annenizin sizi koruması çok doğaldır ve size olan sevgisinden kaynaklanır. Ama bir insan gibi duygulara, akla ve vicdana sahip olmayan zürafanın tehlike karşısında yavrusunu koruması son derece şaşırtıcıdır. İşte zürafanın ve diğer tüm hayvanların yavrularını korumaları Allah'ın onlara ilhametmesi sayesinde olur. Allah sonsuz şefkat sahibidir. Kuran'ın bir ayetinde hepimizin yaratıcısı olan Allah'ın şefkati ve merhameti şöyle haber verilir:

…Öyleyse Rabbin, gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir. (Nahl Suresi, 47)

DEV FİLLER

Karada yaşayan hayvanların en büyüğü olan fillerin, Afrika ve Asya fili olmak üzere iki türü vardır. Afrika filleri diğerlerine göre daha büyüktür. Yüksekliği 3.5 metreye, ağırlığı da 6 tona ulaşabilir. Yelpaze gibi olan kulaklarının uzunluğu 2 metreyi, genişliği ise 1.5 metreyi bulur. 3.5 metre olan boylarıyla bu dev gibi hayvanları yaşadığımız evlere sokmamız, onları kedi köpek gibi beslememiz mümkün değildir.

Fillerin diğer hayvanlardan en büyük farkı hortumlarının olmasıdır. Bahçe hortumuna benzeyen bu uzun hortumun içinde 50 bin kas vardır. Evet yanlış duymadınız "50 bin" kas... Burun delikleri ise bu hortumun ucundadır. Filler, hortumlarını besinleri ve suyu ağızlarına götürmek, eşyaları kaldırmak ve tabi bir de koku almak için kullanırlar. Bu hortum, filin su içebilmesi veya vücudunun üstüne su püskürtebilmesi için 4 litre suyu tutma kabiliyetine de sahiptir.


Öte yandan, filler kocaman eşyaları taşıyabilen hortumlarıyla minicik bir bezelye tohumunu bile koparıp, ağızlarında patlatarak içini yiyebilirler. Onların, kocaman cüsseleriyle böylesine incelik isteyen bir işi başarabilmeleri gerçekten de hayranlık vericidir. Birçok konuda işe yarayan bu hortum aynı zamanda hem uzun bir parmak, hem bir borazan hem de hoparlör olarak kullanılır.


Ayrıca, filler hortumlarını yıkanmak için su, toprak banyosu yapmak için de toz püskürtmek amacıyla kullanırlar. Ancak, yavrular yeni doğduklarında hortumlarını kullanmayı beceremezler. Hatta bazen hortumlarına basıp düşerler. İnsanlar, onların bu hallerini çok komik ve sevimli bulurlar. Fakat, minik yavruların hotrumlarına basıp düşmekten hoşlandıkları söylenemez. Anne fil, 12 yıl boyunca yavrusunu hiç yanından ayırmaz. Altı ay boyunca hiç bıkmadan, sıkılmadan yavrusuna hortumunu kullanmayı öğretir.


Filin ağzının iki kenarında iki sivri uzun dişi vardır. Bu dişler, onların kendilerini savunmalarını kolaylaştırır. Ayrıca, filler bu dişlerin birini yerde delik açıp su bulmak için kullanırlar.


Öte yandan, lifli bitkileri çiğneyen bu hayvanların dişleri çok fazla aşınır. Bu yüzden Rabbimiz onlara çok önemli bir özellik vermiştir. Her aşınan dişin yerine arka sıradaki dişlerden bir yenisi gelir.


Yetişkin bir fil yiyecek olarak günde yaklaşık 330 kg. bitkiye ihtiyaç duyar. Bu miktar altı küçük balya samana denk gelmektedir. Filler 24 saatlerinin yaklaşık 16 saatini yemek yemeye harcamak zorundadırlar.


Şimdi size filler hakkında ilginç bir bilgi daha verelim. Siz, bugüne kadar bu kalın derili, koca hayvanın nasıl serinlediğini hiç düşündünüz mü? Aslında, sizin de tahmin edeceğiniz gibi kalın derileri yüzünden terleyemeyen filler, doğal olarak etrafta buldukları su ya da çamur birikintileriyle serinlemeye çalışırlar. Tabii, fillerin serinlemek için kullandıkları başka yöntemler de vardır. Örneğin, kulaklarını vücutlarını soğutmak için yelpaze gibi kullanırlar. Ayrıca, kulaklarında bulunan ince kan damarları da bu hareket sırasında soğuyarak vücudun serinlemesine yardımcı olur.


Fillerin diğer bir özelliği ise büyük hayvan avcılarını ve hayvan bilimcilerini uzun süre şaşırtmıştır. Bu özellik, fillerin karınlarının guruldamasıdır. Fillerin karınları guruldarken çok yüksek sesler çıkarır. Ancak insanları şaşırtan, fillerin karınlarından gelen seslerin yüksekliği değil, fillerin bu gürültüleri kontrol edebilmesidir. Aslında fillerin çıkardığı bu gürültülerin sindirimle hiçbir ilgisi yoktur. Bu sesler, fillerin arkadaşlarının yerini anlamak için karınlarından çıkardıkları seslerdir. Ancak, daha da ilginci, filler bir tehlikeyle karşılaştıkları zaman hemen sessizleşirler. Tehlike geçtikten sonra ise sesler yeniden başlar. Böylece, filler 4 km uzaklıktan bile birbirleriyle haberleşebilirler.


Öte yandan, fillerin göç ediş hikayeleri bilim adamlarını şaşırtan bir başka konudur. Bu koca kulaklı, dev cüsseli hayvanlar kurak mevsimlerde göç ederler ve bu sırada hep aynı yolu izlerler. Daha da ilginci, bu göç sırasında yolda gördükleri dal parçaları gibi çöpleri de temizlerler.


Filler geniş alanlara yayılarak yaşayan hayvanlar oldukları için aralarında sağlam bir "iletişim" olması çok önemlidir. Bu iletişim yalnızca fillerin keskin koku alma duyuları sayesinde olmaz. Bunun yanında, Allah filin alnında, insanların duyamayacağı boğuk bir ses çıkartan bir organ yaratmıştır. İşte bu organ sayesinde filler kendi aralarında, diğer canlıların anlayamayacağı gizli ve şifreli bir dil kullanarak konuşurlar. Fillerin çıkardıkları bu boğuk sesler çok uzak mesafelere ulaşabilir. Bundan dolayı fillerin çıkardıkları bu özel ses uzun mesafeli görüşmeler için idealdir.

BOYNUZLARIYLA ÜNLÜ GEYİKLER

Hiç boynuzlu bir hayvana dokundunuz mu? Eğer dokunmuş olsaydınız çok şaşırırdınız. Çünkü hayvanın tüyleriyle kaplı yumuşak derisinin içinden çıkan boynuzlar oldukça serttir. Boynuzu biraz kendi tırnağınıza benzetebilirsiniz. Elimizin üzerindeki yumuşak deriden son derece sert tırnakların çıkması ve tırnakların son derece düzgün bir şekilde büyümesi herhalde hepinizi şaşırtıyordur. İşte hayvanlarda ki boynuz da, tırnaklarımızın uzaması gibi uzar; ama bunlar çok daha kalın, sert ve büyüktür.

Ren geyikleri dışında, geyiklerin sadece erkeklerinde boynuz vardır. Çiftleşme mevsiminden sonra bu boynuzlar düşüp yenilenir. Eski boynuzlar düşer düşmez, yenileri hemen boy gösterir.


Boynuzlar büyürken, kadifemsi ince bir deri tabakasıyla örtülür. Tamamen büyüyünce kan damarları kesilir, deri kanla beslenemez ve hayvan boynuzlarını sürterek deriyi aşındırır, kemikler ortaya çıkar. Geyikler 6 yaşında iken boynuzları en gelişmiş halini alır. Bu yaştan sonra ise artık bozulmaya başlar. Boynuzların boyu ve biçimi, çatalların sayısı geyikten geyiğe değişir.


Belki aklınıza "geyikler niçin boynuzludur?" diye bir soru gelmiştir. Boynuz geyik için önemli bir silahtır. Onu kullanarak kendini düşmanlarından korur. Hatta bazen yalnızca boynuzunu göstermesi bile karşısındaki düşmanın kaçması için yeterlidir.


Kızıl geyiklerin erkeği koku bezinden salgıladığı bir maddeyi bulunduğu bölgede her yere sürerek bir sınır çizer. Bu bölgede dişilerden oluşan bir sürü oluşturur. Sürüsünü ise sahip olduğu boynuzlarla düşmanlarından korur. Eğer bölgeye başka bir hayvan girerse, onu gür kükremelerle ya da boynuzlarıyla dövüşerek bölgesinden uzaklaştırmaya çalışır.


Allah bu hayvanları başlarında boynuzlarla yaratarak bunlarla düşmanlarına karşı kendilerini ve sürülerini savunma imkanı vermiştir. Allah onlara bu güçlü boynuzları vermeseydi o zaman bu hayvanlar düşmanlarına karşı oldukça savunmasız ve çaresiz kalırlardı. Erkek geyikler dişilerini koruyamaz, sürü oluşturamazlardı. Vahşi hayvanlara karşı kullanabilecekleri bir silahları olmazdı.


Herhalde dünyadaki hiç kimsenin de aklına; "Keşke bazı hayvanların kafalarından kemik gibi sert bir madde çıksaydı da, bu madde çatallı bir şekil alarak hayvanlara özel bir koruma sağlasaydı" gibi bir fikir gelmezdi. Gelseydi de yapabilecekleri bir şey olmazdı. Ancak bütün canlıları en güzel şekilde yaratan ve bu canlıların bütün ihtiyaçlarını bilen Allah, geyiklere ve birçok hayvana tam ihtiyaçlarına uygun savunma sistemleri vermiştir.


Kuran'da insanlara bu gerçek şöyle hatırlatılır:

De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) herşeyin mülk ve yönetimi kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor." (Müminun Suresi, 88)

Aşağıdaki ayetlerde de bildirildiği gibi, tüm canlıların koruyucusu yalnızca Allah'tır.
… Senin Rabbin, herşeyin üzerinde gözetici-koruyucudur. (Sebe Suresi, 21)

… Allah herşeyin üzerinde koruyucudur. (Nisa Suresi, 85)

CEPLİ KANGURULAR

"Hiç hayvanda cep olur mu?" diyebilirsiniz. Fakat, gerçekten de kangurunun karnında "kese" denilen ve yavru kangurunun beslenmesinin, korunmasının ve gelişmesinin sağlandığı bir bölüm bulunur.

Cebin içinden kafasını çıkarmış yavrunun çok sevimli ve şefkat uyandıran bir görüntüsü vardır. Bu yavru, o cebe henüz 1 cm. iken annesinin rahmini terk ederek, yani daha hiçbir organı gelişimini tamamlamadan, 3 dakikalık bir yolculuk sonucunda ulaşır.


Annesinin kesesinin içinde dört farklı meme bulunur. Bu memelerden birisinde, kıvamı ve ısısıyla kendisi için özel hazırlanmış bir süt vardır. Diğer üç memede ise yeni doğmuş bir bebek için değil, yaşı daha ileri bir yavru için hazırlanan süt bulunmaktadır. Bu yavru da birkaç hafta sonra ilk emdiği memeyi bırakacak ve yaşına göre olan memeyi emmeye başlayacaktır. Biraz daha büyüyünce ise bir ötekisine geçiş yapacaktır.


Çocuklar, burada kendi kendinize sormanız gereken bazı sorular var: Öncelikle, 1 cm boyundaki kanguru yavrusu, bu dört memeden hangisini seçeceğini nereden bilecektir? Anne kanguru dört memesinin her birine bu kadar farklı özellikteki sütleri nasıl yerleştirmiştir? Dahası, yeni doğan yavrunun emdiği süt diğer memelerden gelen sütlere göre daha sıcaktır. İçerdiği besinler de daha farklıdır. Peki, anne kanguru bu meme içindeki sütü nasıl ısıtmıştır? Her yavrunun ihtiyacı olan farklı besinleri sütün içine nasıl yerleştirmiştir?


Sakın unutmayın, bunların hiçbirini yapan aslında anne kanguru değildir. Anne kangurunun, kesesinin içindeki sütlerin farklı olduğundan haberi bile yoktur. Memelerinden birinin içindeki sütün sıcaklığını hesaplayabilmesi mümkün değildir. Her süte farklı özellik vermeyi ise kendisi hiç beceremez. O hangi sütün içinde hangi besinin olduğunu da hiçbir zaman bilemez. O sadece Allah'ın kendisine emrettiği şekilde yaşayan bir kangurudur. Yavrusunun ihtiyaçları da kendisini yaratan Allah tarafından düşünülmüştür. Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Rabbimiz, en uygun yapıdaki sütleri, yavrular için en uygun yere yani annelerinin karnına yerleştirmiştir.

Kanguru yavrusu 6,5 ayı özel kesesinden hiç çıkmadan geçirir. Ardından yaklaşık 8 ayı hem kesenin içinde, hem de dışarıda dönüşümlü olarak geçirdikten sonra, sürekli dışarıda kalmaya başlar.


Bu arada, daha birinci yavru cepten çıkmadan, ona yeni bir kardeş tırmana tırmana gelir. Her ikisi aynı cepte ve kesinlikle birbirine zarar vermeden uzun bir süre yaşar. Her yavru kendi yaşına göre besinler içeren sütün bulunduğu memeyi emer. Peki her kardeş kendisinin emmesi gereken memenin hangisi olduğunu nereden bilir. Cevap çok açıktır: Allah'ın ilhamıyla, öğretmesiyle.


Kangurular cüsseleriyle de oldukça dikkat çeker; gövdeleri 1,5 m., kuyrukları ise 1 m.'dir. Kanguru ailesi arka ayaklarının büyüklüğü sayesinde 8 metrelik mesafeyi bir anda katedebilir. Hızlı koşarken dengelerini çok güçlü ve iri olan kuyruklarıyla sağlarlar. Peki sizce ayakları tesadüfen mi bu kadar büyüktür? Ya da rahatça sıçramak için çok büyük arka ayaklara ihtiyaçları olduğunu anneleri mi hesaplamıştır? Tabii ki doğru cevap bunların hiçbiri değildir. Hiçbir şey tesadüfen olmamıştır. Herşeyi canlıların ihtiyaçlarına göre yaratan Allah, kanguruyu da diğer tüm canlıları yarattığı gibi en mükemmel şekilde yaratmıştır. 

UYKUCU KOALALAR

Koala deyince, aklımıza okaliptüs ağacı denilen ağacın gövdesine kollarını ve bacaklarını dolayarak tutunmuş olan gri tüylü, sevimli bir hayvan gelir. Gerçekten de koalaların bu görüntüleri çok sevimlidir. Bu arada koalalara neden uykucu dediğimizi merak etmişsinizdir. Hemen söyleyelim, koalalar günde 18 saat uyurlar!

Koalaların elleri ve ayakları, ömürlerinin çok büyük kısmını okaliptüs ağaçlarının üzerinde geçirmelerine imkan tanıyacak şekilde yaratılmıştır.


Koala, uzun kıvrık kolları, keskin pençeleri ve ağaca sıkıca tutunan ellerinin yardımıyla geniş ağaç gövdelerine hızla tırmanabilir. Bu hayvanların ön ayaklarındaki ilk iki parmakları diğer üç taneden ayrıktır. Kendi elimizi düşünürsek, iki tane baş parmakları olduğu söylenebilir. Arka ayaklardaki baş parmaklar da diğerlerinden ayrıktır ve diğer dört parmak gibi keskin pençelere sahip değildir. Diğer parmaklardan farklı olan bu baş parmaklar küçük dallara kolayca tutunmayı sağlar. Koalalar pençelerini ağaçların yumuşak ve düzgün gövdelerine çengel gibi saplayarak tutunurlar. Dört ayaklarıyla da, tıpkı bizim bir sopayı kavramamız gibi ağaç dallarını rahatlıkla kavrayabilir ve ağaç dallarına sarılarak tırmanabilirler. İşte koalanın  ağaçların üstünde yaşamasını kolay kılan yapı budur.


Koalalar, tembel sanılmalarına karşın ağaçlar üzerinde hızla hareket edebilir hatta bir daldan diğerine olmak üzere bir metre uzağa bile sıçrayabilirler. Dişi koala, iki yılda tek bir yavru doğurur ve onu kanguru gibi kesesinde taşır. Yavru ilk aylarda annesinin kesesinden çıkmaz ve daha sonra 1 yaşına kadar annesinin sırtında yaşar. Tabii annesi de okaliptüs ağacının üzerinden başka yerde değildir. Koalaların bu ağacın üzerinde yaşamalarının nedeni, onun yapraklarını yiyerek beslenmeleridir. Zaten, bu nedenledir ki koalalara yalnızca tek bir kıtada, okaliptüs ağacının bolca bulunduğu, Avustralya kıtasında rastlarız.


Avustralya'da Okaliptüs ağacının 600'den fazla türü olmasına karşı, koalalar bunların sadece 35 kadarını kullanırlar. Okaliptüs ağacı bir koala için yalnız barınak değil, aynı zamanda önemli bir besin kaynağıdır. Hatta okaliptüs yapraklarının koalanın yegane gıdası olduğunu söylemek yanlış olmaz.


Öte yandan, koalaların birçok farklı türü vardır. Bu türlerin her biri farklı bir okaliptüs yaprağı ile beslenir. Eğer bir koalayı alıp başka bir yere götürürseniz yanınızda onun yediği okaliptüs yaprağını da götürmeniz gerekir. Yapraklarının lezzetinden başka bu hayvanların okaliptüs ağacından çok az inmelerinin bir nedeni de yerde yürürken çok zorlanmalarıdır.


Bu okaliptüs ağacı, aslında bildiğimiz nane şekerinin yapıldığı ağaçtır. Yapraklarında farklı kimyasal maddeler vardır. Bu maddeler, koala dışındaki bütün hayvanlar için zehirli ve tehlikelidir. Başkaları için zehirli olan bu yaprakları koala yutmadan önce dişleriyle öğütür. Yapraktaki zararlı madde koalanın vücudunda, karaciğerde arıtılır ve vücuttan dışarı atılır. Diğer canlılar için zehirli olan bu yiyecek, Allah'ın dilemesiyle koalaya zarar vermez. Bu yüzden bir koala her gün yaklaşık olarak 1 kg zehirli yaprağı hiçbir problem yaşamadan yiyebilir. Ayrıca koalalar ihtiyaçları olan suyun büyük bir kısmını da okaliptüs yapraklarını yiyerek alırlar. Yılın belli zamanlarında okaliptüs yapraklarının üçte ikisi su taşır. Bu yüzden bir koala sadece yaprakları yiyerek, aylarca su içmeden yaşayabilir. Okaliptüs ağaçlarının tepeleri oldukça rüzgarlıdır. Bu yüzden koalaların sıcak kalabilmeleri için sırtlarında çok kalın bir kürkleri vardır.


Zehirli bir bitki ile bir hayvan arasındaki bu uyum bize koalaların ve okaliptüslerin aynı yaratıcı tarafından yaratıldıklarını gösterir. Yarattığı herşeyi kusursuz yapan bu yaratıcı hiç kuşkusuz ki tüm alemlerin Rabbi olan Allah'tır.


 

SEVİLMEK İSTEYEN YARAMAZ KEDİLER

Kediler, yalnız yaşayan, bağımsız yaratılışlı hayvanlardır. Evcil köpekler gibi sahiplerinin isteklerine hiçbir zaman boyun eğmezler. Sizin de bildiğiniz gibi kediler aç kaldıklarında miyavlar, sevilmek istediklerinde sürtünür, tüyleri okşandığında aldıkları zevkten ötürü mırıldanır ve daha bunlara benzer pek çok hareketle istedikleri mesajı verirler.

- Kedilerin Geceleri Çok İyi Gördüklerini Biliyor musunuz?


Evet, bu tüy yumaklarının görmesi için azıcık ışık yeterlidir. Çünkü kedilerin gözleri bizim gözlerimizden farklı yaratılmıştır. Onların gözbebekleri karanlıkta, olabildiğince çok ışık alabilmek için büyüyerek yuvarlaklaşır. Bu da onların karanlıkta rahatça görebilmelerini sağlar.


Ayrıca, kedilerin gözlerinde insanların gözlerinde bulunmayan bir tabaka vardır. Bu tabaka, retina tabakasının hemen arkasındadır. Retinadan geçip buraya gelen ışık tekrar retinaya doğru yansır. İşte, bu tabaka ışığı geri yansıtabildiği için retinadan iki kere ışık geçmiş olur. Bu sayede kediler çok az ışıkta, hatta insan gözünün göremeyeceği kadar karanlık ortamlarda bile gayet iyi görür.

- Peki Hiç Düşündünüz mü Gözleri Geceleri Neden Parlar?

Bu parlama, kedinin gözlerindeki biraz önce bahsettiğimiz tabaka ile ilgilidir. Artık sizin de bildiğiniz gibi, bu tabaka gelen ışığı ayna gibi geri yansıtır. İşte, onların gözlerini daha parlak gösteren, gözlerindeki aynadan yansıyan ışıktır.

- Pençelerinin Özelliğini Biliyor musunuz?

Bu sevimlilerin minik patileri, tehlike anlarında yırtıcı bir pençeye dönüşürler. Bunları tehlikeli hale getiren, içlerinde sakladıkları sivri ve keskin tırnaklarıdır. Tehlike anlarında bu tırnakları dışarı çıkarmak için yaptıkları hareket, aynı zamanda pençelerin yayılarak genişlemesini de sağlar.

- Niçin Hep Dört Ayak Üzerine Düşerler?

Hepiniz biliyorsunuzdur, metrelerce yükseklikten düşseler dahi kediler her seferinde dört ayakları üzerine düşerler. Dört ayak üstüne düşmenin kedilerdeki gerçek sebebi onların düşerken dengelerini sağlamak için kuyruklarını kullanmaları ve gövdelerinin ağırlık merkezini bu sayede değiştirip, patileri üzerinde yere düşebilmeleridir.


Ağaçların üzerinde, yüksek yerlerde dolaşmaktan keyif alan bu sevimli hayvancıklara düşme tehlikesi karşısında bu koruyucu özelliği veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan yüce Rabbimizdir.

ORMANLAR KRALI: ASLAN

Aslan kedi ailesindendir ve çok yırtıcıdır. Uzun gövdesi, kısa bacakları, büyük kafası, güçlü görünüşü ve azametiyle ormanlar kralı olmayı hak eder.

Uzunluğu kuyruğuyla birlikte 3 metredir. Yüksekliği yaklaşık bir metre, ağırlığıysa yaklaşık 230 kg'dır. Yani, aslan sizden yaklaşık 1.5-2 metre daha uzun, kocaman bir kedidir.

Erkek aslanların yeleleri vardır. Çok yumuşak olan bu tüyler, ya yüzü çevreler ya da başın arkasını, boynu ve omuzları kaplayarak göğüsten bele kadar uzar. Bu yele aslana çok heybetli bir görünüm verir. Allah'ın aslana verdiği bu yele hayvanı olduğundan daha da güçlü ve gösterişli hale getirir.


Bütün gününü kayaların ve ağaçların gölgesinde yatarak ya da uyuyarak geçiren aslan çoğu zaman geceleri avlanır. Mükemmel bir gece görüşüne sahip olan aslanlar bu sayede geceleri rahatlıkla avlarını görebilirler. Karanlıkta dolaşan aslanların ışığı mümkün olduğu kadar fazla toplayabilmeleri için gözlerinde özel bir tasarım vardır. Diğer canlılara göre daha büyük olan gözbebekleri ve göz mercekleri aslanları iyi birer avcı yapan en önemli özelliklerdendir. Allah bu canlıları içinde yaşadıkları ortama en uygun özelliklerle birlikte yaratmıştır.


Aslanın kendine özgü kükremesi, genellikle akşamları avlanma zamanından ve gün doğmadan önce duyulur. Aslan kükrediği zaman, ormanda sanki hayat durur. Uluyan bir sırtlan ulumasını, hırlayan bir leopar hırlamasını keser. Herkes susar ve kralı dinler. Maymunlar ağaçların en üst dallarına kaçarak, çıkarabildikleri kadar çığlık atarlar.

VAHŞİ KEDİ: KAPLANLAR

Sakın onları kedi gibi uysal sanmayın! Onlar çok vahşi ve güçlüdürler. Kaplanlar kedi ailesinin en güçlülerindendir.

Yeni doğan yavru kaplanların gözleri ancak iki gün sonra açılır. Anne kaplan diğer hayvanlara karşı çok vahşi olmasına rağmen yavrularına karşı çok hassas ve düşkündür. Altı hafta boyunca onları sütle besler. Daha sonra onlara yavaş yavaş avlanmayı ve kendi yiyeceklerini elde etmeyi öğretir.


Bu eğitim döneminden sonra kaplan, çok hızlı hareket edebilen güçlü ve yetişkin bir hayvan olur. Bir sıçrayışta tam 4 metre atlayabilir. Şimdi, kollarınızı iki yana açın, bir elinizin parmak ucundan diğer elinizin parmak ucuna kadar olan uzunluk 1 metre kadardır. İşte, bu uzunluğun dört tanesinin yan yana gelmiş hali de kaplanın bir sıçrayışta atlayabileceği mesafeye eşittir.


Kaplanların kendilerinin bile farkında olmadıkları kamuflaj (bulunduğu ortama uyabilme) özellikleri vardır. Yaşadıkları yerlerin doğal renklerine benzer tüy renkleri ormanda kolaylıkla gizlenebilmeleri sağlar. Bu sayede kaplanlar avlarına sezdirmeden yaklaşabilirler. Ayrıca bu renkler kaplana çok estetik ve etkileyici özellikler kazandırır. Her kaplanın postundaki ve yanaklarındaki çizgiler ile kaşları diğerlerinden farklı farklıdır.


Kaplanlar birbirinin avlanma alanına kesinlikle girmez. Bir kaplan, kendi bölgesini çalılıklar üzerine salgıladığı bir kokuyla işaretler. Diğer kaplanlar, kokuyu duyduklarında başka birinin bölgesine girmekte olduklarını anlarlar.


Kaplanların özellikleri bu kadarla sınırlı değildir. Bu vahşi kediler, diğer kedi türlerinin aksine suyu çok severler. Hatta, o dev gibi cüsseleriyle mükemmel birer yüzücüdürler.


Allah tüm canlılarda olduğu gibi kaplanlarda da hayranlık uyandıran özellikler yaratmıştır. Örneğin küçük kaplan yavruları bakıldığında insanda şiddetli şefkat uyandıracak bir sevimliliğe sahiptirler. Aslında son derece vahşi olan kaplanları da Allah kendi yavrularına karşı çok yoğun bir şefkat ve merhamet gösterecek şekilde yaratmıştır.

            NEDE GÜZEL HAYVANLAR VAR!!!!!

 

MASKELİ PANDALAR

Dev bir oyuncağa benzeyen bu hayvanları hepiniz görmüşsünüzdür. Bu sevimli hayvanların yalnızca bambu yediğini biliyor muydunuz? Örneğin, yetişkin bir panda günde 15 kilo bambu yer. Bu da senede 6 ton bambu yapar. Bu yüzden günün her saati yemek yerler. Ne kadar oburlar değil mi?

Pandaların çok ilginç bir özelliği vardır. Şimdi kendi elinize bakın. 5 parmağınız var. Ama pandaların fazladan bir tane parmağı daha var. Her işi kolaylaştıran Rabbimiz, pandalara altı parmak vererek yiyeceklerini sıkıca kavramalarını ve kolayca yemelerini sağlamıştır.

Pandalar her zaman soğuk ve ıslak ortamlarda yaşarlar. Bu yüzden yavrularını mağara gibi yerlerde doğururlar. Pandaların, minik ve sevimli bir oyuncağa benzeyen yavruları doğduklarında kör ve dişsizdir. Genellikle eylül ayında doğan yavruların boyları 10 cm'dir ve bu bebek pandalar 142 gram ağırlığındadır. Çok çabuk gelişip büyüyen pandalar, doğduklarında annelerinden 800 kat daha küçüktürler. Daha dokuz aylıkken 27 kilo olurlar. Oysa doğduktan sonra bizim 27 kilo olmamız için en az 6 yıl geçmesi gerekir.

Pandanın diğer bir özelliği de saldırgan olmamasıdır. Tek yaptığı patileriyle ağaçları tırmalamaktır. Bunu da tırnaklarını temizlemek ve törpülemek için yapar. Kaçmak için o kocaman cüssesiyle ağaçlara tırmanır. Panda çok sakin bir hayvandır, uyurken kendisine insanların yaklaştığını fark etse bile rahatını bozmadan uyumaya devam eder. Yani bir gün bir pandayla karşılaşırsanız, onu hiç çekinmeden rahatlıkla sevebilirsiniz.

BAL DÜŞKÜNÜ AYILAR

Kalın postları ve bal yemeleriyle ünlü olan ayıların, görme ve işitme duyuları çok zayıftır. Peki o halde çok sevdikleri balı nasıl bulabiliyorlar biliyor musunuz? Tabii ki tüm ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayan Rabbimizin ayılara verdiği uzun burun sayesinde. Bu burun onların çok iyi koku almalarını sağlar. Böylece, ayılar yiyeceklerini kolayca bulurlar.

Biliyorsunuz, ayılar çok hantal görünüşlü hayvanlardır. Ama, bu görüntü sizi yanıltmasın, ayılar aslında çok hızlı hayvanlardır. Hatta, saatte 48 km hızla koşabilirler. Tabii, ayıların hızlı olmalarının yanı sıra çok kuvvetli olduklarını da belirtmek gerekir. Ayıların bazı türleri, 2-3 metrelik cüsseleriyle ağaç tepelerine tırmanarak vakitlerini orada geçirirler. Genellikle bitkilerle beslenen ayılar, yemek bulmak için 30 metre yüksekliğe bile tırmanabilirler.

Bal ararken arı kovanı bulduklarında pençeleriyle bir iki keskin vuruş yapıp tüm arıları kaçırırlar. Sonra kovandaki balı afiyetle yerler. Sakın siz böyle bir şey yapmayın! Çünkü, arılar her tarafınızı sokar ve hastalanmanıza sebep olur. Fakat Rabbimizin ayılara verdiği kalın kürk, onları arıların iğnelerinden korur. Böylece hiçbir tehlikeye girmeden bala kolayca ulaşabilirler.

Sonbaharda kış uykusuna yatan ayılar ilkbahara kadar kuru dal ve otlarla döşenmiş, güvenli barınaklarından hiç çıkmazlar. Kış uykusuna yatmadan önce de bol bol yemek yerler. Derilerinin altındaki yağ tabakasını artırmak için bol miktarda kayın kozalağı ve kestane tüketirler. Vücutlarında yağ depolamak zorundadırlar. Çünkü ilkbaharda barınaklarından çıktıklarında kilolarından çoğunu kaybetmiş olurlar. Eğer bir insan bu kadar kilo kaybedecek olsa hemen ölür. Oysa ayılar vücut ağırlıklarının çoğunu kaybetseler de yaşamlarını sürdürürler.

Doğum da ayıları mağara yaşantısına döndüren bir başka etkendir. Genellikle üç yavru doğuran ayılar bahara kadar onları sütle beslerler. Bu süre içinde de barınaklarından hiç çıkmazlar. Yavrular kör, dişsiz ve tüysüz doğarlar. Yavrular mağaradan çıktıklarında anne, yavrularını korumak zorundadır. Yoksa avcılar ya da erkek ayılar tarafından öldürülebilirler.

Sonsuz şefkatli ve merhametli olan Rabbimiz, bütün canlıların ihtiyaçlarını karşılayan, onları koruyup kollayandır. Bu yüzden sevimli ayı yavrularının da yaşamlarını sürdürmeleri ve zarar görmemeleri için gereken bütün imkanları onlara sağlamıştır. Onları güçlü annelerinin yanında dışarıdan gelecek tehlikelere karşı koruma altına almıştır.

DEV KARDAN ADAMLAR:KUTUP AYILARI

Hayvanların en iri yapılılarından biri olan kutup ayısını gördüğünüzde, onu kocaman bir kardan adama benzetebilirsiniz. Bu kardan adamın erkeklerinin ağırlığı 800 kiloyu, boyları da 2.5 metreyi bulur. Bu kilo ortalama 10 insanın toplam kilosuna eşittir.

Kutup ayısının vücudu bütün özellikleriyle yaşadığı ortama göre tasarlanmıştır. Dondurucu soğuklara, buzullara ve kar fırtınalarına rağmen, Allah'ın yarattığı bir mucize olarak, kutup ayılarının derilerinin altında bulunan kalın bir yağ tabakası onları soğuktan korur. Kürkleri kalın, sık, uzun ve kabarıktır. Bu özelliklere sahip olan kutup ayısının neden Afrika'da çölde yaşamadığını hiç düşündünüz mü? Elbette ki sorunun cevabı, Allah'ın onu yaşayacağı iklimin özelliklerine göre yaratmış olmasıdır. Bir düşünün! Çölde yaşasaydı çöl sıcağında kavrulup ölürdü.

Kutup ayılarıyla ilgili bir başka konu da onların diğer ayılardan farklı olarak kış uykusuna düşkün olmamalarıdır. Yalnızca dişi olanları, özellikle de hamile olanları uzun dönemler halinde kış uykusuna yatarlar. Yeni doğan yavrular için Allah'ın, "Rezzak" (rızk veren) sıfatının bir sonucu olarak ihtiyaç duyacakları besinler de hazırdır. Kutup ayısının sütü çok yüksek oranda yağ içerir. Bu yağlı süt yavruların en çok ihtiyacı olan besindir. Böylece yavrular çok çabuk büyüyüp, baharda inlerinden çıkmaya hazır hale gelirler.

Peki, size bir soru daha: Kutup ayılarının çok iyi bir yüzücü ve dalgıç olduğunu biliyor muydunuz? Evet, yanlış duymadınız, kutup ayıları çok iyi bir yüzücü ve dalgıçtırlar. Yüzerken ön ayaklarını kullanırlar. Bu ayakları bir kürek gibi kullanabilmeleri, Allah'ın onlar için yarattığı bir kolaylıktır. Diğer bir kolaylık ise suyun içindeyken burun deliklerini kapatabilmeleri ve gözlerini açık tutabilmeleridir. Dahası, parmak aralarının ördek ayağı gibi perdeli olması yüzmelerine yardımcı olur.

Kuzey Kutbu, Kuzey Kanada, Kuzey Sibirya ve Antartika gibi dünyanın en soğuk bölgelerinde yaşayan bu hayvanların ayaklarının üşüme problemi yoktur. Ayağınızı veya elinizi bir buzun üzerinde birkaç dakika bekletirseniz, bir süre sonra soğuğa dayanamayıp çekmek zorunda kalırsınız. Oysa kutup ayıları bu soğuğu fark etmezler bile. Çünkü ayakları kalın kürkle kaplı olarak, yani soğuktan etkilenmeyecek şekilde yaratılmıştır. Eğer insan derisi gibi bir deriyle kaplı olsalardı, asla o ortamda yaşayamazlardı. Ayrıca, kutup ayılarının derilerinin altındaki 10 cm'lik yağ tabakası ısı yalıtımı sağlar. Böylece buzlu sularda saatte 10-11 km. hızla, 2000 km. uzağa kadar yüzerek gidebilirler.

Peki kutup ayılarının renginin neden beyaz ya da sarımsı bir tonda olduğunu biliyor musunuz? Kutup ayısının beyaz rengi, yaşadıkları soğuk buzlu ortamda korunmalarını sağlar. Kutup ayısının o yüzlerce kilometrelik bembeyaz buzullar içinde saklanma imkanını artırır. Eğer rengi bir karga kadar siyah ya da tropikal ormanlarda yaşayan papağanlar gibi rengarenk olsaydı o zaman saklanabilmesinin ne kadar güç olacağını herhalde tahmin edersiniz.

Kutup ayılarının koku alma duyuları öylesine keskindir ki 1.5 m. kalınlığındaki  kar tabakasının altında saklanan bir fok balığının kokusunu bile rahatça algılayabilirler. Kutup ayılarının yaz-kış kullandığı taktikler de vardır. Şimdi, bu ayının bembeyaz tüyleriyle kardan adama benzer halini gözünüzün önüne getirin. Sizce bembeyaz karların içine uzanmış olsa fark edilir mi? Evet, fark edilir. Tabii siz bu soruya sadece tüylerini düşünerek cevap verdiyseniz, "hayır fark edilmez" demiş olabilirsiniz. Ancak, kutup ayılarının siyah renkli burnunu unutmayın. Bu burun, ayının karlar içinde tamamen kamufle olmasını engeller. Ama, o ne yapar biliyor musunuz? Son derece akıllı bir hareket yapar. Beyaz renkli ön patileriyle burnunu kapatır. Böylece renk farkını ortadan kaldırır. Karlar içinde tamamen gizlenmiş bir şekilde avının kendisine yaklaşmasını bekler.

Burada hepinizin dikkat etmesi gereken çok önemli bir nokta var. Şöyle ki, kutup ayısının avlanmak için taktik kullanması, onun üstün bir zekaya sahip olmasını gerektirir. Bir düşünün, ayı kendisinin beyaz renkte olduğunun ve etrafın da aynı renkte buzullarla kaplı olduğu için kendini kamufle edebileceğinin, yani gizleyebileceğinin farkındadır. Dahası kutup ayısı kamufle olmasına tek engel olan siyah renkteki burnunu kapatması gerektiğini akıl eder. Tabii, sizin de tahmin edeceğiniz gibi, kutup ayısının birkaç kere avdan eli boş döndükten sonra, oturup ne yapması gerektiğini düşünürken burnunu kapaması gerektiğini akıl etmesi mümkün değildir! Ayılar yalnızca Allah'ın kendilerine "vahy ettiği" (bildirdiği) gibi hareket etmektedir. Onlar, Allah tarafından bu şekilde avlanmaya programlanmıştır. Çünkü, onlar da diğer canlılar gibi Allah'ın koruması altındadır.


SOYTARI BALIĞI

Çok çarpıcı renklerle süslenmiş olan bu balığın en ilginç özelliği Allah'ın ona yaşaması için seçtiği yerdir. Soytarı balıkları, ‘deniz şakayığı' adı verilen bitki benzeri bir canlının dalları arasında yaşarlar. Deniz şakayığının dallarında zehirli kapsüller vardır ve bunlara değen balıklar ya zarar görürler ya da ölürler. Oysa soytarı balığı deniz şakayıklarından hiç zarar görmez. Hatta bunların arasına girerek kendini korur. Çünkü bu balıkların özel bir salgısı vardır ve bu sayede yakıcı kapsüllerden hiç etkilenmezler.

Kafanızda bir sıralayın. Öyle ki, bir balık diğerlerinden farklı olarak bir salgı salgılıyor. Bu da yaşadığı ortamdaki zehirli kapsüllerden zarar görmesini engelliyor. Sanki o da zarar görmeyeceğini biliyormuş gibi tehlike anında hemen zehirli kapsüllerin arasına saklanıyor. Peki diğer balıkların buraya yaklaşamayacaklarını ve salgı çıkaramayacaklarını nereden biliyor? Tabii ki küçücük bir balığın ne beyni ne de yetenekleri kendisine böyle bir özellik kazandıramaz. Ancak bunları ona öğreten bir güç vardır ki, o güç herşeyin hesabını en iyi bilen, yeri, göğü ve ikisinin arasındakileri yaratan Rabbimizdir.

GÜLERYÜZLÜ YUNUSLAR

Belki de yunuslar kadar cana yakın, insanlarla dost olabilen güler yüzlü bir hayvan yoktur. Allah'ın onlara verdiği uysallığı ve insancıllığı, yüzlerinden anlayabilirsiniz.

Yavru yunus doğarken, önce kuyruğu, sonra gövdesi ve en son başı çıkar. Anne yunus onu beslemek için süt bezlerini sıkıp gevşeterek sütünü yavrusunun ağzına fışkırtır. Anne yunusun hareketini şuna benzetebilisiniz: Elinizde süt dolu plastik bir şişe olduğunu ve bunu elinizle sıktıkça süt fışkırdığını düşünün. İşte anne yunusun yaptığı, bunun benzeridir.

Su dışında yaşayan memelilerin yavrularını beslemeleri için sütlerini fışkırtma sistemine ihtiyaçları yoktur. Oysa suyun içinde böyle bir yönteme ihtiyaç vardır. Anne yunusun bunu düşünüp de böyle bir karar vermesine imkan var mıdır? Böyle bir durumun farkına varıp, daha sonra süt bezlerine kaslar eklemiş olabilir mi? Tahmin ettiğiniz gibi; kesinlikle hayır! Daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah anne yunusun vücudunu onun yavrusunun ihtiyaçlarını karşılayabileceği en uygun biçimde yaratmıştır.

İnsan dostu olan yunusların, solunumları da insanlara benzer. Ancak onların burun delikleri insanda olduğu gibi yüzünün ortasında değil, başının üzerindedir. Yunuslar da insanlar gibi suya dalmadan önce dışarıdaki havayı içlerine çektikten sonra nefeslerini tutar ve öyle suya dalarlar. Tekrar su üstüne çıkarken, son birkaç metrede akciğerlerindeki havayı suyla dışarı püskürtürler.

Hepiniz yunusların denizde nasıl süzülürcesine yüzdüklerini, hatta gemilerle nasıl yarıştıklarını bilirsiniz. Hepsi mükemmel yüzücüdür. Onların mükemmel yüzmelerinin en önemli sebebi, derilerinin pürüzsüz ve kaygan olmasıdır. Bu özellikleri, onların suyun üzerinde kolayca kayıp gitmelerini ve çok hızlı yüzmelerini sağlar. Hızlı yüzmelerini sağlayan bir diğer özellik de burun yapılarıyla ilgilidir. Yunusların burunları suyun üzerinde hızla yol almak için en uygun yapıdadır. Bunu farkeden insanlar, gemilerin suyun içinde kalan ön kısımlarını, yunusların burunlarına benzeterek inşa etmişlerdir. Bugün gemiler, bu sayede hızlı gidebilmektedir.

Peki yunusların hiç koku almadıklarını ve kör olduklarını biliyor muydunuz? Ancak, buna karşın Allah yunuslara çok gelişmiş bir işitme duyusu vermiştir. Yunuslar, kilometrelerce uzaktaki sesleri dahi gelişmiş işitme duyuları sayesinde kolayca duyarlar. Ayrıca, vücutlarında bulunan ve denizaltılardaki "sonar" adlı cihaza benzeyen bir sistem sayesinde yollarını rahatlıkla bulur ve avlarının yerini kolaylıkla saptarlar. Bu olay şöyle gerçekleşir: Çıkardıkları, insan kulağının duyamayacağı sesler, suda dalgalar halinde yayılır. Bu ses dalgaları, önlerine bir engel çıkarsa ona çarpıp geri döner. Sesin gidip balık ya da kayaya çarpıp geri döndüğü süre, avın ya da engelin uzaklığını gösterir. Az önce bahsettiğimiz denizaltılardaki sonar sistemi de insanlar tarafından yunusların bu özellikleri taklit edilerek üretilmiştir.

Koku almayan ve görmeyen yunusların Allah'ın verdiği güçlü bir işitme duyusuna sahip olması, onları diğer balıklara yem olmaktan korur.

DEV BALİNALAR

Denizde yaşayan en büyük canlılar balinalardır. Özellikle Mavi Balina olarak tanınan balina türünün boyu 30 metre'yi, ağırlığı ise 150.000 kiloyu aşar. Bu balinanın boyunun uzunluğunu anlayabilmek için gözünüzün önüne 5 katlı bir apartman getirmeye çalışın. Bir de yine aynı balinanın 25-30 fil ile yaklaşık aynı ağırlıkta olabileceğini de unutmayın.

Peki bu kadar büyük ve bu kadar ağır olan bir hayvan nasıl olur da denizin 800-1000 metre derinliklerine dalıp, oradan su yüzüne kolayca çıkabilir? Örneğin 150 tonluk, 30 metrelik koca bir gemi düşünün. Bu koca gemi denizde batsa ve 1000 metre derinliğe gömülse, onu tekrar su yüzeyine çıkarabilmek için yıllar süren bir çalışma gerekir. Oysa, balina Allah'ın ona verdiği güçle 15-20 saniye gibi kısa bir sürede su üstüne çıkabilir. Çünkü balinanın kemikleri süngerimsi bir maddeden yaratılmıştır ve bu kemiklerin içi yağ ile doludur, bu sayede balina kolaylıkla su üzerinde durabilir.

Bir de, balina usta bir dalgıçtır. Gövdesi denizin derinliklerindeki büyük basınçlara dayanabilecek biçimde yaratılmıştır. Hayvanın kanında ve kaslarında dolaşan oksijen, onu su altındayken ve soluk almadığı zamanlarda besleyecek kimyasal maddelerle karışır. Dolaşım sistemi ise kanı iç organlardan beyne gönderebilecek şekilde yaratılmıştır. Bu sayede balina nefes almak için suyun yüzeyine çıkana kadar vücudundaki oksijeni, oksijene en çok ihtiyacı olan organa, yani beynine gönderebilmektedir.

Bilim adamlarını hayrete düşüren bu muhteşem sistem, Allah'ın sanatının bir tecellisi, yani yansımasıdır. Bu sayede balina, bir dalışta 15-20 dakikadan daha fazla bir süre suyun dibinde nefessiz kalabilir.

Dahası, balinalar denizin derinliklerinden suyun yüzeyine birden bire çıktıklarında, insanlar gibi vurgun yemezler.

Çocuklar, vurgun yemek ne demek diye düşünmüş olabilirsiniz. Vurgun, yükseklik farklarındaki basınç değişimlerinden oluşur. Dalgıçlar da derinlere indiklerinde vurgun yememek için, yani basınç farkından etkilenmemek için belirli seviyelerde durarak vücutlarını o basınca alıştırırlar. Bu şekilde çok derinlere yavaş yavaş inebilirler. Yalnız unutmayın, tekrar yukarı çıkmak için belirli aralıklarla yine dinlenmek zorundadırlar. Aksi takdirde dalgıcın damarları basınç farklılığından dolayı çatlar ve dalgıç ölür. Ancak balinaların böyle bir problemi yoktur. Çünkü Allah balinaları denizde, insanları da karada yaşayabilecekleri özelliklerle yaratmıştır.

Balinanın başının üzerindeki delikten su fışkırttığını hepiniz bilirsiniz. Peki burasının burnu olduğunu biliyor muydunuz? Balinalar, burunlarını sadece nefes alıp vermek için kullanırlar. Kimi insanlar balinaların bu delikten su fışkırttıklarını zannederler. Oysa balinalar sadece ciğerlerindeki havayı boşaltmaktadırlar. Bu hava su buharı dolu olduğu ve dışarıdaki havadan daha sıcak olduğu için, uzaktan bakıldığında sanki su sütunu gibi algılanır.

Balinanın bedeni genellikle torpil biçiminde ve suda yüzmeye elverişlidir. Balıkların kuyrukları genel olarak suya dikey dururken balinaların kuyrukları suya yataydır. Balina bu kuyruk sayesinde vücudunu suyun içinde iter.

Balinanın derisinin altında yaklaşık 50 cm kalınlığında bir yağ tabakası vardır. Bu tabakanın temel görevi vücut sıcaklığını 34-37 derece dolaylarında tutmaktır.

Burada önemli bir noktayı hatırlatmakta fayda var. Balinalar ve diğer balıklar sanıldığı gibi deniz suyunu içmezler. Çünkü tuzlu su içmek bir canlıya zarar verir. Bu yüzden ihtiyaçları olan suyu yedikleri besinlerin içerdikleri sudan sağlarlar.

Her yıl Kaliforniya'da Aralık ve Ocak aylarında gri balinalar Kuzey Buz Denizi'nden Kuzey Amerika'nın güney sahillerine geçerek Kaliforniya'ya doğru yüzerler. Doğurmak için ılık sulara doğru hareket ederler. Bu yolculukları sırasında en ilginç olan ise, hamile olan anne adayı balinanın hiçbir şey yememesi ve buna ihtiyacının da olmamasıdır. Uzun yaz günleri boyunca, kuzeyin besin yönünden zengin sularındaki yiyeceklerle kendini doyurur. Ve böylece uzun süren göç dönemi için gerekli olan enerjiden daha fazlasını içeren kalın bir yağ tabakasına sahip olur. Anne adayı balina, Batı Meksika'ya ulaşır ulaşmaz doğum yapar. Yavrular, annelerinin sütleriyle beslenir, yağ takviyesi yaparlar, böylece kendi türlerinin Mart ayında başlattıkları kuzeye yapılan göç için güç kazanmış olurlar.

Bütün memeliler gibi balina da yavrularına süt verir. Ne var ki, yavrular sütü emmezler, sütü emecek olsalar ağızlarına süt ile birlikte deniz suyu da girecektir. Daha önce de belirtildiği gibi tuzlu su içmek balina için zararlı olacaktır. Ancak dişi balinaların meme bezleri çevresinde bir kas halkası vardır. Anne balina bu halkayı kasınca bir basınç oluşur ve böylece –yunuslarda olduğu gibi- sütü doğrudan yavrusunun ağzına püskürtebilir. Bu süt normal bir süt değildir. Katıya yakın, yağlı bir maddedir. Bu sayede süt deniz suyuna karışmaz. Yavrunun içtiği -daha doğrusu yediği- bu madde midede çözünür. Çözünen besin aynı zamanda da yavrunun su ihtiyacını karşılar. Görüldüğü gibi, yavruların beslenebilmesi için Allah onlara en mükemmel beslenmeyi sağlamıştır.

Balinanın gözlerinin üzerinde bulunan yağlı ve saydam salgı, hayvanın gözlerini deniz suyunun olumsuz etkilerinden korur. Balinanın dokunma ve işitme duyuları çok keskindir. Su altında çeşitli sesler çıkarır ve bu seslerin yankısını dinleyerek yön bulabilirler. Bu duyunun çalışma prensibi, radarların çalışma prensibiyle aynıdır. Zaten radarlar da balinaların bu özelliklerinin taklit edilmesiyle yapılmıştır. Bilim adamları balinanın çıkardığı bu seslerin son derece karmaşık bir dil olduğuna inanırlar. Bu dil aralarındaki etkileşim ve haberleşmede de önemli bir rol oynar.

 

Şimdi buraya kadar saydığımız hayvanlar hakkında öğrendiklerinizi şöyle bir düşünün. Artık, yavrusunu kokusundan tanıyan beyaz kuzulardan, her biri ayrı simetriye ve şekle sahip olan pijamalı zebralara kadar, birçok hayvan hakkında yeni bilgiler öğrendiniz. Ama, bu kitapta öğrendiğiniz en önemli bilgi, bu hayvanlara sahip oldukları özellikleri verenin Allah olduğudur.

Kitap boyunca her örnekte gördüğünüz gibi, yeryüzündeki tüm canlıları yaratan Allah onların yaşamları için de gerekli olan bilgileri onlara öğretmiştir. Allah, bu bilgilerin bazılarını canlılara doğuştan verir.

Örneğin, siz şu an bu satırı okurken gözünüzü açık tutmanız gerektiğini biliyorsunuz. Ancak, görebilmeniz için yalnızca gözünüzü açık tutmanız gerektiğini bilmeniz yeterli değildir. Gözünüzün bir sürü işlemi aynı anda gerçekleştirmesi gerekir. Bunu bir bilgisayar oyununa benzetebilirsiniz. Oyunun çalışması için yalnızca başlat düğmesine basmanız gerekir ama bu hareketle beraber bilgisayarın içinde binlerce karışık işlem başlar ve böylece siz de keyifle oyununuzu oynarsınız. İşte, aynen bir bilgisayarın kendi kendine oluşmasının imkansızlığı gibi, gözünüzün görmesi için gerekli bütün parçaların da kendi kendilerine ortaya çıkmaları imkansızdır. Herşeyi olduğu gibi gözümüzü ve tüm bedenemizi de kusursuz ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah'tır.

İşte, sonsuz bilgi sahibi olan Rabbimiz, size de fiziksel özelliklerinizi doğuştan çalışabilir bir şekilde hediye etmiştir. Zaten bunun içindir ki bizim de O'nun bu hediyesine şükretmemiz, yani teşekkür etmemiz gerekir.

Akıl sahibi her insanın bu bilgileri öğrendikçe Allah'a olan inancı, O'nun bilgisine ve gücüne olan saygısı artar. Aslında, bir canlının tek bir özelliği bile bize hemen Allah'ı hatırlatır. Yalnızca canlılar değil, etrafımızdaki tüm varlıklar, olup biten herşey Allah'ın varlığının açık birer delilidir. Bir ayette bu önemli gerçek şöyle vurgulanmaktadır:

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)

O halde siz de sakın Rabbimiz olan Allah'ın sonsuz gücünü ve sahip olduğunuz tüm nimetleri verenin O olduğunu unutmayın. Çevrenizde gördüğünüz tüm güzelliklerin Allah'ın yaratmasıyla var olduğunu aklınızdan çıkarmayın

HIZLI YÜZÜCÜ FOKLAR

Çoğunuzun televizyondan ve sirklerden tanıdığı bu sevimli hayvanlar hayatlarının büyük bir kısmını suda geçirirler. Çok iyi birer yüzücü ve dalgıçtırlar. Biz nasıl karada rahat ve mutluysak onlar da suda ve buzda aynı şekilde rahat ve mutludurlar. Bahar aylarında bile bulundukları yerin sıcaklığı en fazla [-5] derecedir. Bizim böyle bir soğukta donmamak için kat kat giyinip, birçok önlemler almamız gerekirken, onlar hiç üşümezler. Çünkü, kürkleri ve vücutlarında depoladıkları yağları üşümelerini önler.

Foklar kalabalık sürüler halinde yaşarlar. Peki, sizce anne fok bu kalabalık sürünün içinde yavrusunu nasıl tanır? Çok kolay. Fok, yavrusunu doğurduktan sonra ona bir tanışma öpücüğü verir. Bu öpücük sayesinde yavrusunun kokusunu tanır ve onu başka yavrularla hiç karıştırmaz.


Yavrular doğduklarında bebek yağı denilen bir yağla kaplı olarak doğarlar. Küçücük vücutları bu yağ sayesinde sürekli sıcak kalır. Bu yağ o kadar çoktur ki annesi yavruya yüzme dersi verirken küçük fok adeta can simidi takmış gibi batmadan su üzerinde kalır. Bunun nedeni yağın sudan daha hafif olmasıdır. Anne fokun yavrusunu eğitmesi iki hafta sürer. İki hafta sonra yavru bağımsız hareket etmesini öğrenmiştir.


Bütün hayvanlar gibi foklar da, Rableri tarafından bulundukları ortamın şartlarına göre yaratılmışlardır. Bu da bize Rabbimizin ne kadar merhamet sahibi olduğunu kanıtlar.

SMOKİNLİ PENGUENLER

Paytak paytak yürüyen penguenler aslında bir kuş türüdür ama uçamazlar. Büyük topluluklar halinde yaşarlar. Allah tarafından, ısının [-88] dereceye kadar düştüğü dondurucu ortamlarda bile hayatlarını devam ettirebilecekleri mükemmellikte yaratılmışlardır. Bir düşünün; bizler kışın kazak, çorap, eldiven derken ne hale geliriz. Ama penguenler üstlerine hiçbir şey giymezler. Üstelik onların ayaklarına giyecek ayakkabıları da yoktur. Ama buz üstünde kaymadan kolaylıkla yürürler. Ayrıca, evleri de olmayan penguenler buz üstünde yaşarlar. Peki, ama nasıl oluyor? Onlar hiç üşümezler mi acaba? Hayır, üşümezler. Çünkü, Allah, penguenleri buzlarla dolu bir yerde yaşayabilecek şekilde özel olarak yaratmıştır.

Penguenlerin sahip oldukları vücut özellikleri insanlardan çok farklıdır. Bunlar nelermiş bir bakalım mı?


Kimi zaman sayıları 400 bini bulan bir grubun üyesi olan bu sevimli canlılar, kış geldiğinde deniz kenarından, daha güneye doğru gitme kararı alırlar. Bu ortak karar, Allah'ın yarattığı büyük bir mucizedir. Kış mevsiminin geldiğini anlayıp, aralarında anlaşarak, gidecekleri yeri kararlaştırmaları, ortak bir gün tayin edip, hiçbir itiraz olmadan toplu hareket etmeleri, yalnızca Allah'ın sonsuz gücünün bu sevimli hayvanların üzerindeki hakimiyeti olarak açıklanabilir. Aksi takdirde bu hayvanların anlaşıp yaşamlarına elverişli yerlere topluca göç etmeleri mümkün olmazdı.


Göç mevsimi, aynı zamanda penguenlerin çiftleşme mevsimidir. Bunu anlayan penguen, birinci adım olarak derhal kendisine bir eş seçer. Atılacak ikinci adım, eşin kaybedilmemesi için onun şarkısını öğrenmek, yani çıkardığı özel sesi ayırt edebilmektir. Unutmayın, aklı ve zekası olmayan bir penguenin 400 bin penguenin arasından birini belirleyip, onun sesini tanıyabilmesi Allah'ın gücünün ve yaratışındaki üstünlüğün bir başka göstergesidir.


Ses ayırımındaki bu hassasiyet yavru penguenler için de geçerlidir. Yavrular da anne-babalarını yalnızca seslerinden tanıyabilirler. Birbirine bu denli benzeyen hayvanlar arasında, böyle bir ayırım olmasaydı, yaşantıları karmakarışık olurdu. Bu ise ancak Allah'ın eşsiz düzeniyle ve onlara verdiği özelliklerle sağlanmaktadır.


Çiftleşmenin ardından dişi yalnızca bir yumurta yumurtlar. Erkek penguenin sorumluluğu, yumurtanın üzerinde kuluçkaya yatmaktır. Ortalama [-30] derecede, 65 gün boyunca hiç kıpırdamadan bu görevi yerine getirmeye çalışırlar. Bu oldukça zorlu bir dönemdir. Erkek penguen yerinden kıpırdayamadığı için yemek yiyemeyecektir. Anne penguen de uzaklarda, doğacak yavru için besin arayacaktır.


Siz [-30] derecede, 65 gün boyunca, hiç yemek yemeden beklediğinizi düşünebiliyor musunuz? Bir insan için bu durumun sonucu ölümdür. Fakat penguenler hiçbir sabırsızlık ve bıkkınlık göstermeden bu fedakarlığı gösterirler, Allah'ın kendilerine ilham ettiği görevi terketmeden sonuna kadar yerine getirirler.


Geçen 2 aylık kuluçka döneminin ardından, erkek penguen kilosunun 1/3'ünü yitirir. Bunu 60 kiloluk bir insanın 40 kiloya düşmesi şeklinde düşünebiliriz. Kuluçkadan çıkan yavru penguen, ilk iki ayı anne ve babasının ayaklarının arasında geçirir. Bu korunma yavru için çok önemlidir. Çünkü, yanlışlıkla 2 dakika gibi kısa bir süre için dahi buradan çıkması, donarak ölümüne sebep olacaktır. Anne ve babaya bu korumayı ilham eden Allah'tır. Burada da Allah'ın koruyan, gözeten sıfatlarını görürüz.


Dahası, soğuktan korunmak amacıyla, kümeler halinde toplanarak birbirine adeta yapışan 400 bin üyeli penguen topluluğu mükemmel bir dayanışma örneği sergiler. Aldıkları bu önlemle sıcaklığın devamlılığını sağlayarak ısı kaybını yarıya düşüren sevimli penguenler, kümenin dışında kalanları da sırayla aralarına alarak onların da ısınmalarını sağlarlar. Penguenler, aralarındaki düzeni bozabilecek en ufak bir itiraz olmadan, nesiller boyu büyük bir uyum içinde yaşamıştır ve aynı düzen içinde yaşamaya devam etmektedirler.

BALIKÇI PAFİNLER

Bu hayvanın adını daha önce hiç duymamış olabilirsiniz. Ama şimdi tanıyınca hem çok sevecek hem de çok eğleneceksiniz.

Çoğu insan, pafinleri bir penguen çeşidi sanır. Oysa pafinler farklı tür kuşlardır. Aralarındaki en büyük fark ise penguenlerin aksine pafinlerin uçabilmeleridir. Pafinler Kuzey Kutbunda, penguenler ise Güney Kutbunda yaşarlar. En önemli benzerlikleri her iki hayvanın da soğuk ortamlara kolayca uyum sağlayabilmeleridir.


Pafinlerin yaşantıları çok ilginçtir. Bir pafin ailesinde, anne ve baba pafin genelde hayatları boyunca ayrılmazlar. Her sene bir yavru pafin yetiştirirler.


Çiftleşme dönemine gelindiğinde, bütün yıl boyunca donuk renkte olan gagalarının üstünde parlak çizgiler oluşur. Ancak bu çizgilerin oluşması tesadüfi değildir. Bu çizgiler belli bir amaca hizmet etmektedir ve pafinlere Allah tarafından özel olarak verilmiştir. Pafinler bu çizgiler sayesinde gagalarını bayrak gibi kullanarak uzak mesafelerden birbirleriyle anlaşırlar.


Siz istediğiniz zaman burnunuzun üzerinde bir tek renkli çizgi çıkartabilir misiniz? Diyelim ki, doğuştan böyle bir çizgi var. Kendi kendinize bunu silikleştirebilir veya yok edebilir misiniz? "Hayır" cevabını duyar gibiyiz. Artık, siz de biliyorsunuz, bu sanatı istediği renkte ve büyüklükte yapabilecek tek güç vardır: Rabbimiz olan Allah!


Rabbimiz için çeşit çeşit kuşlar var etmek, onların özelliklerini yaşadıkları yere göre ayarlamak nasıl çok kolay ise, bu çizgileri yaratıp, yok etmek de o kadar kolaydır.


Pafinleri bu kadar güzel ve sevimli yaratan Allah, onlara başka ilgi çekici özellikler de vermiştir. Şimdi bu özellikleri incelemeye devam edelim:


Yavru pafinler, 6 haftalıkken anne ve babalarını terk edip açık denizlerde tek başlarına uçarlar. Sağlıklı bir pafin 25 sene kadar yaşayabilir.


Pafinler çok derinlere dalabilirler. İnsanların onlar gibi derinlere dalabilmesi için ne kadar çok çalışmaları gerektiğini biliyor musunuz? Öncelikle oksijen tüpü takmaları gerekir. Ayrıca derinlik arttıkça basınç da artacağından her an ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Bu yüzden dalma işlemi çok büyük ustalık gerektirir. Pafinler, onca derinlikte nefesini tutma ve su yüzüne tekrar çıkmak için gereken tekniği nasıl ve nereden öğrenmiş olabilir? Rabbimiz bir kez daha yaratma sanatındaki yüceliğini ve benzersizliğini bizlere göstermektedir.


İşte size bitmek bilmeyen güzelliklerden bir örnek daha: Ağız yapıları sayesinde birçok küçük balığı aynı anda tutabilen pafinler için bilinen rekor sayı 62 balıktır. Bir defada bu kadar çok balığı ağzında tutabilen annenin tek bir amacı vardır; yavrularını beslemek! Şu halde ağzında bir sürü balık tutan bir pafin görürseniz bilin ki, onun beslediği yavru bir pafini vardır.



 

UZUN BACAKLI LEYLEKLER

Baharın ılık günlerinde, uçurtma uçururken gökyüzünde gördüğümüz binlerce beyaz büyük kuş leyleklerden başkası değildir. Leylekler, 1-1,5 m. boylarında, büyük bembeyaz kanatları, uzun siyah kuyrukları olan iri, göçmen kuşlardır. Gagalarının ve uzun bacaklarının kırmızı olması leyleklere doğal olarak sevimli bir hava kazandırır.

Leyleklerin en çok dikkat çeken özellikleri uçuş biçimleridir. Gagalarını ileri, bacaklarını geri doğru uzatarak uçarlar. Leyleklerin bu estetik uçuş şekilleri, onlara havayı yararak çok daha hızlı uçabilme imkanı sağlar. Leylekler her yıl kalabalık sürüler halinde göç ederler. Bunun sebebi soğuk bölgelerde yaşayamamalarıdır. Bize yazın sıcak günlerinin müjdesini verirler. Leylekler, yaz mevsiminde Avrupa'dan Kuzey Afrika'ya, Türkiye'den Japonya'ya kadar uzanan ılıman alanda yaşamlarını sürdürürler. Havalar soğumaya başlamadan Güney Yarımküre'ye, tropikal Afrika'ya ve Hindistan'a göç ederler.


Leyleklerin, Güney Yarımküre'nin o tarihlerde ısınmaya başladığını nereden bildikleri ise şaşırtıcıdır, hatta bu bir mucizedir. Ancak, daha şaşırtıcı olan aradan bir yıl geçip tekrar bahar geldiğinde leyleklerin binlerce kilometre yolu geri dönüp eski yuvalarını bulmalarıdır.

Evet! Yanlış okumadınız...


Leylekler bir yıl önce yaptıkları yuvalarını bulup tekrar oraya yerleşirler. Peki, nasıl olur da, bu kadar uzun bir zaman sonra, o kadar uzak mesafeleri katedip gelirler ve sanki ellerinde bir pusula varmış gibi, eski yuvalarını hiç şaşırmadan, hemen bulabilirler? Tabii ki bu denli güçlü bir hafıza ve böyle muhteşem bir yön bulma duygusu leyleklere Rableri olan Allah tarafından ilham edilmektedir.


Bir de bu sopa bacaklı leylekler deniz aşırı yolculuklara çıkmazlar. Bunun nedeni yorulduklarında dinlenecekleri bir kara parçası bulamamaktan endişe etmeleridir. Bu yüzden İstanbul Boğazı, Cebelitarık ve Süveyş Kanalı gibi karaya yakın denizler üzerinden seyahat etmeyi tercih ederler.


İnsanlardan kaçmayan leylekler yuvalarını binaların, ağaçların, odun yığınlarının ve bacaların tepelerine yaparlar. Genellikle tüm leylek sürüleri beraber göç ederler. Avrupa'ya ulaşınca belli bir süre burada kalırlar. Bir süre sonra, çoğunlukla da Nisan'ın ilk haftasında, erkek leylek dallardan güzel bir yuva yapar. Az önce de söylediğimiz gibi her yıl aynı yeri seçer. Yuvayı titizlikle korur ve yalnızca yiyecek aramak için, kısa sürelerle yuvadan ayrılır. Leyleklerin bazı türleri de bataklıklarda, ağaç tepelerinde yuva kurar ve topluluklar halinde yaşarlar. Aynı selvi ağacında, 12 büyük leylek yuvasına rastlayabilirsiniz. Kuşların topluluklar halinde yaşamasına Kuran'da da dikkat çekilmiştir:

Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap'ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rabblerine toplanacaklardır. (Enam Suresi, 38)

Peki, leyleklerin birbirleriyle nasıl anlaştıklarını biliyor musunuz?

Leylekler değişik sesler çıkartarak değil de, gagalarını tıkırdatarak birbirleriyle anlaşırlar. Bize sanki birbirinin aynısıymış gibi gelen ‘tık tık'' sesleriyle birçok şeyi anlatabilirler.

Size bir soru daha, leyleklerin dans ettiklerini biliyor musunuz?


Evet, soruyu doğru anladınız. Erkek leylek ve eşi bir araya gelince gagalarını tıkırdatıp, kanat çırparak dans ederler. Bu dansın en büyük özelliği erkek leyleğin, dişinin dikkatini çekmeye çalışmasıdır. Leyleklerin hemen hemen bir insan boyunda olduğunu düşünürseniz danslarının ne kadar ilgi çekici olduğunu gözlerinizin önünde canlandırabilirsiniz.


Tabii, leyleklerin hepsi aynı boyda olmaz. En küçük leylek türü, Asya ve Afrika'da yaşayan açık gagalı leyleklerdir. Gagasını kapattığı zaman gaganın yalnızca başı ve sonu kapanır, ortası açık kalır. Bu gaga leyleğin salyangoz ve midye kabuklarını daha kolay yiyebilmesini sağlar.


Allah'ın hayvanları bu kadar çeşitli, güzel ve sevimli yaratması, bizim imanımızın artmasına, her baktığımız şeyde Allah'ın yüceliğini ve mükemmel yaratışını görebilmemize, ayetlerini anlayıp tanıyabilmemize yardımcı olur.

PEMBE KUŞ: FLAMİNGOLAR

Hiç televizyonda pembe, uzun boyunlu ve uzun bacaklı bir kuş gördünüz mü? İşte, bu kuşa "flamingo" denir. Flamingolar, yumurtalarını çamurlu ve sığ olan göllere bırakırlar. İlginç olan ise dişinin yumurtasını, çabuk kuruyan çamurdan yaptığı yuvaya bırakmasıdır.

Kendinizi bu kuşun yerine koyun! Böyle bir yuva yapmak istediğinizi düşünün. Bir kere, önce hangi çamur daha iyi kurur bunu keşfetmeniz, sonra da yavrunun yumurtadan nerede daha rahat çıkacağını deneyip bulmanız gerekir. "Güneş altına bırakmak mı iyidir, yoksa gölge daha mı iyi olur?" gibi bir sürü soruya cevap bulmanız şarttır. Oysa her flamingo bunu nasıl yapacağını bilir. Ayrıca bir ay boyunca uzun bacaklarına rağmen hiç rahatsız olmadan kuluçkaya yatıp, yavrusunun yumurtadan çıkmasını bekler.


Siz olsanız o dev gibi cüssenize rağmen yumurtanın üstüne oturmaya cesaret eder misiniz? Oturduğunuz takdirde yumurtanın kırılıp kırılmayacağını hesaplayabilir misiniz? Elbette bunu hesaplamanız çok zor olacaktır. İşte flamingo bunların hepsini hiç planlamadan, denemeden doğal olarak yapar. Çünkü Rabbi ona ne yapması gerektiğini gayet güzel öğretmiştir.


Gösterişli renkleriyle ve uzun boyunlarıyla dikkat çeken flamingolar aynı zamanda iyi birer yüzücüdürler. Flamingoların perde ayakları yüzmelerini kolaylaştırır. Bu perde ayakların yassı ve geniş bir yapıda olması flamingoların yumuşak çamur üzerinde bile batmadan kolaylıkla yürüyebilmelerini sağlar. Ayrıca parmakları arasında bulunan ağlar, flamingonun suyu itebilmesi için geniş bir yüzey alanı sağlamaktadır. Görüldüğü gibi flamingolar uçabilmeleri için gerekli olan her detayla birlikte Allah tarafından yaratılmışlardır.

 

ZARİF KUĞULAR

Masmavi suların üzerinde zarif ve uzun boyunları, iri gövdeleri ile bembeyaz kuğular gururlu bir biçimde yavaş yavaş süzülürler. Görünüşteki bu asillik herkesin onlara hayranlık duymasını sağlar. Böylesine güzel ve estetik yaratıldıklarından, süs kuşu olarak bilinirler.

Çirkin ördek yavrusu masalını duymuşsunuzdur. Bu masalda anlatıldığı gibi kuğu yavruları yumurtadan çıktıklarında çok çirkindirler. Kahverengi ya da krem rengindedirler. Kısa boyunlu ve sık tüylerle kaplı olarak yumurtadan çıkan yavrular birkaç saat içinde koşabilecek ve yüzebilecek duruma gelirler. Anne ve babaları yavrularına birkaç ay boyunca özenle bakarlar. Sonunda çirkin yavru muhteşem bir kuğuya dönüşür. Bu yavruların bu kadar kısa sürede yüzebilmeleri ve değişerek çok güzel bir görünüm kazanmaları ancak Rabbimizin yaratma sanatındaki mükemmellik sayesinde olur. Bir ayette bildirildiği gibi Allah, "yarattığı herşeyi en güzel yapan"dır. (Secde Suresi, 7)

Kuğuların ‘trumpeter' adı verilen bir türü, gelişmekte olan yumurtalarının sıcak kalmalarını sağlamak için, yumurtaların üzerine otururlar. Sadece zaman zaman ayağa kalkarak yumurtaları çevirirler. Böylece ısının her yere eşit dağılmasını sağlamış olurlar. Kuşkusuz ki yumurtalarının nasıl bir bakıma ihtiyaçları olacağını kuğulara ilham eden Allah'tır.

Kuğular, Allah'ın onlara verdiği kabiliyet sayesinde hem su üstünde hem de havada en hızlı ilerleyen su kuşlarıdır. Suda karadan daha rahat yaşayan kuğular perdeli ayakları sayesinde çok hızlı yüzerler.

Havalar soğuduğunda uçarak göç eden kuğular çok yüksekten ve çapraz bir hat şeklinde dizilerek uçarlar. Bu sırada karşılaştıkları güçlü rüzgar akımını delmek için "V" biçiminde yol alırlar. Bu akıllıca formül çok daha hızlı uçmalarını ve yolculuk süresince yorulmadan ilerlemelerini sağlar. Tabii ki, ileri bir fizik bilgisi gerektiren bu formülü kuğuların kendilerinin keşfetmesine imkan yoktur. Herşeyi bilen Allah, onlara bu şekilde uçmalarını ilham ettiği için böyle uçarlar.

Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir. (Mülk  Suresi, 19)

Kuğular bataklıkların, derelerin, gölcüklerin dibinde buldukları bitkilerle beslenirler. Uzun boyunları yiyeceğe ulaşmalarını kolaylaştırır. Ördekler gibi suya dalabilirler ve kısa dalışlarında hiçbir güçlükle karşılaşmazlar. Kuğuların bitkileri koparmasının yararlı bir yönü de vardır: Bazı bitkiler toprak kabartıldıkça büyürler ve olgunlaşırlar. İşte kuğu yiyecek bulmak için dibi karıştırdıkça bitki örtüsünün gürleşmesini sağlar. Böylece kendilerinden sonra yaşayacak hayvanlar için bol bol bitki yetişmesine sebep olurlar. Rabbimiz böylece kuğuları sebep kılarak bitki örtüsünün gelişmesini sağlar.

DEVEKUŞLARI (O KADAR BÜYÜK Kİ UÇAMIYOR!)

Devekuşları dünyadaki en büyük kuşlardır. Boyları bizim boyumuzdan daha uzundur. Bir devekuşu yaklaşık 2,5 metre uzunluğunda ve ortalama 120 kilo ağırlığındadır.Orta Afrika'da gruplar halinde yaşayan bu kuşlar uçma kabiliyetine sahip değildirler. Ama Allah onlara düşmanlarından kaçmaları için başka bir özellik vermiştir. Uzun bacaklarıyla çok hızlı koşarlar, o kadar hızlıdırlar ki, hiçbir insan koşarak onlara yetişemez. Devekuşu hayvanlar alemindeki en hızlı koşan iki bacaklı hayvandır ve 1 saatte yaklaşık olarak 70 kilometrelik bir hıza ulaşabilmektedir. Ve şimdi size çok ilginç bir şey söyleyelim: Devekuşunun her bir ayağında sadece iki parmağı vardır, biliyor musunuz? Üstelik bu parmakların biri diğerinden çok daha büyüktür. Ve devekuşları yalnızca bu büyük parmaklarının üzerinde koşarlar.

Ayrıca, devekuşları hızlı koşmalarını sağlayan uzun bacakları sayesinde usta bir dövüşçüdürler. Ayaklarıyla tekme atarlar ve pençeleriyle düşmanlarına karşı rahatça kendilerini savunurlar.

Dünyanın bu en büyük kuşunun yumurtası da kuş yumurtalarının en büyük olanıdır. Bu dev yumurtalar için kumda geniş bir çukur kazar ve buraya tüm yumurtaları yerleştirirler. Fakat 10-12 tane yumurtladıklarında çukurun büyüklüğünü de ona göre ayarlamaları gerekir. Eğer devekuşu, çukuru, kumda değil de toprakta açsaydı, bu çok zaman alırdı ve kuşun çok fazla enerji harcamasına sebep olurdu. Gerçekten de kumun taşınması, toprağa göre daha kolaydır. Kumu elinizle bile eşeleyebilirsiniz, fakat toprak için en azından bir kürek gereklidir. İşte bu nedenle, Allah'ın ilhamıyla hareket eden devekuşları kazmak için toprağı değil de en az emek harcadıkları kumu tercih ederler. Sonra da yumurtaların üzerini kolayca yine kumla örterler.

Devekuşları hakkındaki bir diğer ilginç bilgi de sürüdeki bütün yumurtaların bakımını tek bir dişinin üstlenmesidir. Ancak yuva belli sayıda yavruyu barındırabildiği için bu dişi önceliği kendi yumurtalarına verecektir. Devekuşları kendi yumurtalarını kabukların üzerindeki hava delikleri sayesinde ayırt ederler.

Yumurtadan çıkan yavrular savunmasızdır. Her an yırtıcı bir kuşa yem olabilirler. Ancak, yavrular bir tehlike ile karşılaştıklarında kendilerini korumak için yere yamyassı serilerek ölü taklidi yaparlar. Bu şekilde, düşmanları onların ölü olduğunu düşünerek onlara saldırmaz. Bu taklidi bütün yavrular aynı şekilde uygular.

Daha dünyaya yeni gelen bir kuşun bunu akletmesi veya öğrenmesi imkansızdır! Peki, o zaman nasıl olur da bir kuş doğar doğmaz adeta bir tiyatrocu gibi böyle bir rol yapma yeteneğine sahip olabilir? Cevap çok açıktır. Allah, "Rab" yani eğiten, öğreten sıfatıyla başka hiçbir savunmaları olmayan bu yavrucaklara böyle etkili bir korunma tekniğini öğretmiştir.

SÜSLÜ TAVUS KUŞU (HAYVANLAR ALEMİNİN EN SÜSLÜSÜ)

Eğer hayvanat bahçesine gitmişseniz, sizlere şov yapan, mükemmel görünümlü bir tavus kuşu mutlaka görmüşsünüzdür. Tavus kuşlarının en önemli özellikleri, hayal bile edilemeyecek güzellikte renklerle bezenmiş bir kuyruğa sahip olmalarıdır. Ancak burada tarif edilen kuyruğun sahibi sadece erkek tavus kuşudur.

 Başı ve boynu mavi olan tavus kuşunun, kuyruğundaki "telek" adlı tüyleri yaldızlı yeşil renkli olup uçlarında da bu mükemmel sanatı tamamlayan yuvarlak benekli bir bölüm bulunmaktadır.
Ancak, bu muhteşem görüntüyü her zaman göremezsiniz. Görebilmek için tavus kuşlarının çiftleşme zamanını beklemeniz gerekir. Erkek tavus kuşu kuyruğunu yalnızca çiftleşme gösterisi sırasında, dişinin dikkatini çekmek için yelpaze biçiminde açar.

Burada düşünmemiz gereken şudur: Kendini göremeyen tavus kuşu kuyruğunu açınca bu kadar güzel ve çekici göründüğünden nasıl emin olabilir? Bunun biri tarafından öğretilmesi gerekli değil midir? Şüphesiz ki böylesine bir güzelliği yaratan Rabbimiz onu en güzel şekilde kullanmasını da ilham etmiştir.

Peki ya böylesine kusursuz bir görüntü, tavus kuşunun kendi çabasıyla oluşabilir mi? Ya da bu hayranlık uyandıran renk uyumu tesadüfen meydana gelebilir mi? Elbette bunlar imkansızdır. Size bir arkadaşınız gelse ve evinizdeki bir tablonun tesadüfen, kendi kendine, boyaların dökülmesiyle meydana geldiğini söylese inanır mısınız? Elbette inanmazsınız!. O halde tavus kuşunun hiçbir tablo ile kıyaslanamayacak kadar mükemmel kuyruğu da kendiliğinden meydana gelmemiştir. Bu renk uyumunu ve estetiği görüp de hayran olmayan insan yoktur. Çünkü bu kusursuzluğu yaratan Allah'tır.

TAKLİTÇİ KUŞ: PAPAĞAN

Papağanlar dünyanın sıcak bölgelerinde kalabalık bir arkadaş grubuyla yaşayan çok renkli sosyal kuşlardır. Yiyeceklerini arkadaşlarıyla paylaşma cömertliği göstermeleri son derece ilginçtir. Tropikal ormanlarda, papağan sürüleri ağaçların üstünde çığlıklar atarak uçuşurlar. Başka bir sürünün verdiği yanıtlardan, meyve dolu ağaçların yerlerini öğrenirler.
Papağanlar yiyeceklerini ayaklarıyla tutup sanki sandviç yiyormuş gibi ısırırlar. Evcil papağanların en sevdiği yiyeceklerden biri, bizim de severek yediğimiz çekirdektir. Yuvarlak dillerinin yardımıyla, yenmesi biraz zahmet isteyen çekirdeğin kabuğunu kolayca ikiye ayırıp içini yerler.

Yılda 2 ile 8 arasında yumurta yaparlar. Kuluçka döneminde (yani yavrular daha yumurtada iken) erkek ve dişi papağanlar sırayla yumurtanın üstüne otururlar. Tüysüz olarak yumurtadan çıkan yavrular, anne ve babasının ağızlarında onlar için hazırladığı sindirilmiş yiyeceklerle beslenirler.

Papağanların en büyük özelliği sesleri taklit etmeleridir. Çok sık duydukları kelimeleri aynen söyleyebilirler. Ama söylediklerini kendileri anlamazlar, yalnızca duydukları sesin aynısını çıkarırlar. Hatta zil ve telefon sesini bile taklit ederler. O yüzden evde papağan besliyorsanız sık sık kapının ve telefonun çaldığını sanabilirsiniz.

Bu parlak renkli ve konuşkan hayvanlar yeryüzünde yaratılmamış olsaydı, bizim böyle bir canlının varlığını hayal bile edemezdik. Yani keşke papağan diye rengarenk bir kuş olsaydı ve insanların konuşmalarını taklit edebilseydi diye düşünemezdik bile. Allah'ın bize öğretmediği ya da göstermediği hiçbir şeyi kendi başımıza tasarlayamayız, hayal bile edemeyiz. Yaratma, örneksiz ve benzersiz var etme sıfatları yalnızca yüce Rabbimize aittir. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

 

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret' verendir... (Haşr Suresi, 24)

Allah bizim için böyle çeşit çeşit güzellikler yaratır. Her an her yerde sürekli bize mucizelerini gösterir. Tüm bunların karşısında Allah'ın bizden istediği ise bu mükemmel yaratmasındaki sonsuz güzellikleri görüp O'na şükretmemiz, yani O'na teşekkür etmemiz ve O'nu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamızdır.


 

YEŞİL BAŞLI ÖRDEKLER

"Paytak paytak yürümek" deyince aklınıza ilk ne gelir? Genellikle insanların aklına, paytak paytak yürüyerek annelerini takip eden ördek yavruları gelir.

Ördekler beslenirken iki teknik kullanırlar: Bazıları yüzerken, dibe dalmadan böcekler ve bitkilerle beslenirler. Bunları sık sık, başları ve gövdelerinin ön bölümü suya gömülü, kuyrukları kalkık biçimde yiyecek ararken görürsünüz. Ördeklerin bazı türleri ise suya dalarak besinlerinin hemen hemen tümünü suyun altından sağlarlar. İri perdeli ayakları suya dalmalarına yardımcı olur, fakat bu yüzden karada yürümeleri zor olur. Zaten üreme mevsimi dışında da sudan çıkmazlar.

Ördek gibi su kuşları havayı vücutlarının içinde taşırlar. Bu, suyun üstünde kalmalarını sağlayan sebeplerden biridir. Bir ördeğin vücudunda küçük balonlara benzeyen hava kesecikleri vardır. Bu kesecikler havayla dolduklarında ördeğin suyun içinde kalabilmesine yardımcı olurlar. Ördek dalmak istediğinde hava keseciklerindeki havayı dışarıya pompalar. Vücudunun içinde daha az hava kaldığı için kolaylıkla suyun içine batar.

Ayrıca su kuşlarının çoğu çok iyi birer yüzücüdürler. İyi yüzmelerinin bir nedeni de ayak parmaklarının arasındaki ağlardır. Bir ayaklarını geriye ittiklerinde bu ağlar onlara daha fazla itme kuvveti verebilmek için genişler. Su kuşlarında iyi yüzmek için gerekli olan bütün özelliklerin bir arada toplanmış olması elbette ki bir tesadüf sonucunda gerçekleşmemiştir. Bu özelliklerin tümü su kuşlarına, onları yaratan Allah tarafından verilmiştir.

Erkek ördekler her zaman dişi ördeklerden daha parlak tüylere sahiptirler. Yuvasında kuluçkaya yatmış dişiler için bu önemli bir korumadır. Çünkü soluk renkleri sayesinde düşmanları onları göremediği için dişiler yuvalarında daha güvenlikte olurlar. Dişilerdeki ortama uygun soluk renkler ve kamuflaj şekilleri onları yakın mesafede bile görebilmeyi oldukça zorlaştırır. Erkek ördekler de yuva yapan dişilerini korumak için parlak renkli tüylerini kullanarak düşmanların dikkatini üzerlerine çekerler. Bir düşman yuvanın yakınına geldiğinde erkek hemen havalanarak, çok fazla gürültü yapar ve düşmanı yuvadan uzaklaştırabilmek için elinden gelen tüm çabayı sarfeder.

Kafile halinde gezen ördeklerin erişkinleri yavrularla ender olarak ilgilenirler. Erkekler kuluçkaya yatmaz ve yavrular yumurtadan çıktıktan birkaç saat sonra koşup yüzmeye, kendi başlarına beslenmeye başlarlar. Küçücükken bile nasıl besleneceklerini bilen yavrular Allah'ın onlara ihtiyaçları olan konuları ilham etmesiyle yaşamlarını sürdürürler.

Kendinizi bir düşünün. Eğer doğduktan bir saat sonra sizi suya atsalardı ne olurdu? Tabii ki su yutup boğulurdunuz. Ama Rabbimiz ördek yavrularına doğuştan yüzme kabiliyeti verdiği için onlar boğulmazlar.

Ördeklerin uçarken saatte 50 km. hızın üstüne çıktığını biliyor muydunuz? Peki, çevrelerindeki vahşi hayvanlara yem olmamak için de uçarken durmadan yön değiştirdiklerini? Ördeklerin yön değiştirmeyi nereden bildikleri sorusuna bir cevabı olan var mı? Elbette bu da Allah'ın, diğer canlılara verdiği özellikler gibi sevimli ördeklere kendilerini korumaları için vermiş olduğu bir özelliktir.

RENK HARİKASI KELEBEKLER

Kelebeklerin, ilk doğduklarında o rengarenk kanatları olmadığını biliyor muydunuz?

Evet, kelebekler kanatsız doğarlar. Sizin kırlarda, bahçelerde gördüğünüz biçimlerine ulaşmaları için dört aşama geçirmeleri gerekir. Bazıları 24 saat, bazıları 1-2 ay ömre sahip olan kelebekler yumurtadan bir kurtçuk olarak çıkarlar. Kurtçuk büyüdüğünde küçük sevimli bir tırtıl olur ve kelebeğin ikinci devresi başlar.

Tırtılın vücudunda toplam 14-15 halka vardır. Başında küçük gözleri, ağız kısmında bizim dişlerimiz gibi çiğnemeye ve ezmeye yarayan çenesi bulunur. Gövdesinin ön kısmında, karnına kadar olan bölgede 8 bacağı vardır. Kelebek henüz tırtıl iken kanatları yoktur ve antenleri çok kısadır. Tükürük bezleri ise bir çeşit ipek salgılar.

Tırtılların diğer canlılar gibi büyüdükçe boyları uzamaz. Onlar büyüdükçe kendi derilerine sığamamayacak kadar şişmanlarlar. Sonunda tırtıllar yavaş yavaş derilerini yırtarak ondan kurtulurlar. Yerine kendi şişmanlamış bedenlerine daha uygun olan yeni bir deri çıkarırlar. Tırtıl, böcek yiyen kuşlar için çok lezzetli bir canlıdır. Bu yüzden Rabbimiz tırtılların kendilerini korumaları için onlara çeşitli saklanma tekniklerini öğretmiştir. Bazıları dimdik ayakta durarak dal taklidi yapar, bir kısmı kendi rengindeki bir yaprağın üstünde durarak kendisini kamufle eder, bazıları ise ölü taklidi yapar. Bu saklanma teknikleri, tırtılın yaşamını sürdürüp ileride kelebek olabilmesi için çok önemlidir.

Tırtıl, bu kamuflaj tekniklerini, kelebek olduktan sonra da kullanır. Şöyle ki, kelebekler kendilerine uygun renkte olan bölgelerde yaşarlar. Böylece kolayca saklanabilirler. Peki, kelebek kendisini dışarıdan göremediğine göre, renginin çevreye uyup uymadığını nasıl kontrol edebilir? Güvende olduğundan nasıl emin olabilir? Elbette bunların hiçbirini kendisi bilemez, hesaplayamaz. Kelebeği, güvende olabileceği en uygun ortama yerleştiren, onu buraya yönelten, kendisini yaratmış olan Rabbi Allah'tır.

Bu olayda Allah'ın "koruyan", "esirgeyen", "merhamet eden" sıfatlarını görürüz. Allah yarattığı her canlıya, onları tehlikelerden koruyacak özellikleri de vermiştir. Yoksa, kelebeğin kendisini koruması gerektiğini düşünebilecek bir aklı yoktur, dolayısıyla kamuflaj yani saklanma gibi bir teknik geliştiremez. Tüm bu kolaylıkları ona sağlayan gökleri, yeri ve bunlar arasındaki herşeyi yaratan Rabbimizdir.

Allah'ın kendisine sağladığı üstün korunma sistemiyle gelişimine devam eden tırtıl nihayet üçüncü devreye girer. Tırtıl bu devreye geçeceği vakit karnını tıka basa yaprakla doldurur ve neredeyse çatlayacak hale gelir. Bu üçüncü devrede tırtıl kendisini bir torbanın içine hapseder ve burada değişime başlar.

Bu evrede tırtılın etrafında oluşan sert kabuğa "krizalit" denir. Bu kabuğun içinde iken hareketsizdir ve hiç yemek yemez. Yalnızca tırtıl iken yediği yaprakların enerjisini kullanır. Krizalit kabuklar bir yaprağın, kayanın veya bir dalın üzerine tutturulmuştur. Bunlardan birine rastlarsanız içine bakın. Çünkü bu krizalitlerin içindeki tırtıla baktığınız zaman kelebeğin üzerinde oluşacak olan hortumunun ve bacaklarının yerlerini görebilirsiniz.

Aşağı yukarı 10 gün kadar bir süre geçtikten sonra kelebek birkaç dakika içinde, krizalitin kabuğunu yırtarak çıkar.

O anda kelebeğin kanatları henüz normal boyutlarına ulaşmamıştır. Dördüncü evrede yeni kelebek kanatlarını germek için kanatlarının üzerindeki damarları vücut sıvısıyla şişirir. Kanatlarını kuruttuğu an ise hiç eğitim almadan anında uçar. Kanatlar aynı zamanda kelebeğin solunumuna da yardımcı olur.

Gördüğünüz gibi, minicik bir kelebek bile Rabbimizin bize gösterdiği inanılmaz bir mucizedir. Bilim adamları, "nasıl olur da bir tırtıl kelebeğe dönüşmeye karar verir diye?" hala araştırmaktadırlar. Bunun tek sebebi Rabbimizin böyle dilemesidir. Allah bize ne kadar çeşitli canlılar yaratabileceğini, hatta bir canlıyı nasıl değiştirebileceğini göstermektedir.

Diğer bir mucize de kelebeğin küçücük pulcuklarla kaplı olan kanatlarıdır. Kanatlar bu pulcukların üst üste dizilmesiyle meydana gelmiştir. Peki bu kanatlar nasıl oluşmuştur?

Pulcuklar tesadüfen kendi kendilerine birleşerek mükemmel yapıda bir kanat mı oluşturmuştur?

Kelebek pulcukları kendi kendine üst üste yapıştırıp bir kanat mı yapmıştır? Yaptığı kanadı sonra sırtına mı takmıştır?

Kelebek kendi sırtını göremez. Ancak hiç görmediği sırtının üzerinde simetri harikası desenler vardır. Pullar öylesine bir düzende dizilmişlerdir ki, iki kanat üzerindeki desenler birbirinin aynıdır. Desenlerin boyutlarını bir cetvel ile ölçmeye kalksanız hepsinin birbirine eşit olduğunu görürsünüz.

Tüm bunlar Rabbimizin üstün sanatını, sonsuz bilgisini ve sınırsız gücünü göstermektedir. Biz de bunları görüp üzerinde düşünerek Rabbimizi yüceltmeliyiz.

DENİZLERİN SAKİNLERİ: BALIKLAR

Oturduğumuz ev, okuduğumuz okul, üzerinde yürüdüğümüz kaldırım, içinde oynadığımız parklar, soluduğumuz hava hepsi bizim dünyamıza ait varlıklardır. Bu dünyada kuşlar, insanlar, ağaçlar, bitkiler, hayvanlar bulunur. Oysa, bizim fazla görmediğimiz, sadece varlığını bildiğimiz ve çoğunlukla televizyondan izlediğimiz bir dünya daha vardır. Bu dünyanın içinde de kendine özgü hayvanlar ve bitkiler yaşar. Onlar da bizim dünyamızın nasıl bir yer olduğunu bilmezler. Biz onların dünyasında yaşayamayız, onlar bizim dünyamızda yaşayamazlar. Hatta o dünyada nefes almamız bile imkansızdır.

Evet, sözünü ettiğimiz dünya, balıkların yaşadıkları su altı dünyasıdır. Yalnız unutmamanız gereken bir şey var. Su altı dünyasında yalnızca balıklar yaşamaz. Sürüngenleri, böcekleri, bitkileri barındıran su altı dünyası milyonlarca tür canlıya ev sahipliği yapar. Bu dünyada yaşayan canlılar da kendilerine özgü yöntemlerle yemek yer, nefes alır ve uyurlar.

Balıkların solunum sistemleri tüm canlılardan farklıdır. Balıklar, bizdeki burunların yerine nefes almak için solungaçlara sahiptirler. Bunlarla suyun içindeki oksijeni kullanabilirler. Sürekli olarak ağızdan içeri alınan su, solungaç yaylarının üstünden arkaya doğru geçer. Solungaçtaki kılcal damarlar sudaki çözünmüş oksijeni alıp, vücuttaki karbondioksiti suya bırakırlar. Balıkların çoğunluğunda burun delikleri vardır, ama bunlar solumak için hiçbir zaman kullanılmaz. Burun delikleri minik keseciklere açılır ve balık bunlara dolan sudan kokuyu alır. Mesela köpekbalıkları avlarını kokularından bulur.

Ayrıca, balıklarda insanlardaki gibi göz kapakları yoktur. Balıklar dünyaya gözlerinin üstünü kaplayan şeffaf bir örtü arkasından bakarlar. Bu perde dalgıçların sualtı gözlüklerini andırır. Çoğu zaman oldukça yakındaki nesneleri görmeleri gerektiğinden balıkların gözleri de bu ihtiyaca göre yaratılmıştır. Küresel ve sert olan yapıları yakın planı görmeye göre ayarlıdır. Uzağa bakmak istediğinde ise, bütün lens (mercek) sistemi gözün içindeki özel bir kas mekanizmasıyla arkaya doğru çekilir.

Balıklar çevrelerindeki dünyayı koklama, işitme, dokunma ve tatma gibi beş temel duyularının yanı sıra "yanal" çizgileriyle de algılarlar. Bu çizgiler boyunca uzanan duyarlı sinir hücreleri yanından geçtikleri cismin büyüklüğünü ve yönünü algılar. Kör olan mağara balıkları karanlıkta böylece kolaylıkla hareket edebilir. Bu sistem bir çeşit denizaltı radarı ya da diğer adıyla "sonar"dır.

Ayrıca birçok balık türünün karın boşluğunda ince uzun, balona benzer, içi hava dolu bir kesecik vardır. Bu keseciğin yardımıyla suyun içinde dengelerini korurlar.

Allah'ın dilemesiyle çeşit çeşit yaratılmış olan balıklar, güzel renkleri, şekilleri ve hareketleriyle insanları hayrete düşürür. Birçok balıkta görülen canlı ve parlak renkleri, diğer hayvanların arasında bulmak güçtür.

Buraya kadar anlattıklarımızı belki de biliyordunuz. Ancak balıklarla ilgili çok şaşıracağınız bir detay daha var.

Balıklar, üzerlerinde yaşayan parazitlerinden temizlenmek için çoğu zaman kendilerinden çok daha küçük temizleyici balıklara ihtiyaç duyarlar. Bu temizleyici balıklar rahat ve korkusuz bir şekilde bazen kendilerinden çok büyük bir balığın ağzına girerler. Bu balığın dişlerini ve solungaçlarını temizler, bu sayede kendi karınlarını da doyurmuş olurlar. Büyük balıklar da temizlenmelerine yardımcı olan bu balıklara hiçbir zarar vermezler.

Peki temizleyici balıklar ağızlarına girdikleri büyük balıkların kendilerini bir anda yutuvermeyeceğinden nasıl emin olurlar? Ağızlarını temizledikleri büyük balıkların kendilerine hiç zarar vermeyeceğini nereden bilirler? Adeta karşılıklı bir anlaşmaları varmış gibi onlara nasıl güvenebilirler? Anlaşmaları olsa bile işleri bittiğinde büyük balığın anlaşmayı bozup kendilerini yemeyeceği hakkında ne garantileri vardır?

Evet temizleyici balıklar bu tehlikelerin hiçbirinden emin olamazlar. Ancak Rableri her iki balığa da birbirlerinden karşılıklı faydalanmayı ilham ettiği için ne büyük balık temizlikçi balığa zarar verir, ne de temizlikçi balık büyük balıktan çekinip korkar. Büyük balık temizlenir, küçük balık ise temizlediği parazitlerle karnını doyurur. Allah'ın kendilerine olan ilhamı sonucu her ikisi de büyük bir uyum ve yardımlaşma içinde yaşamlarını sürdürürler.

SAAT KAÇ?
 
 
Günlük Burç